You are currently viewing Mesneviden Hikayeler; “Sultan Mahmud İle Eyaz”
  • Post comments:0 Yorum

Mesneviden Hikayeler; “Sultan Mahmud İle Eyaz”

Mesnevi Hikayeleri oku; Gazneli Mahmud bir gün ava çıkmıştı. Bir ceylanın peşine düşmüş, atı ile izliyordu. Yanındaki adamlarından ayrılmıştı. Uzakta birkaç Türkmen evi gördü, oraya geldi. Susamıştı; evlerden birinden su istedi. Karşısına genç Türkmen olan Eyaz çıktı. Sultan Mahmud’un kılığından ve halinden padişah olduğunu anladı; onu saygıyla selamladı:

“Padişahım, biraz dinlenin. Bu çevrede suyu çok hoş bir çeşme var. Babam şimdi oraya gitti, su getirecek; size o sudan sunarım,” dedi.

Sultan Mahmud atından aşağı indi. Eyaz konuşkan, tatlı dilli, saygılı bir gençti. Bir süre padişahı oyaladı. Çevrenin güzelliklerinden, kendi yaşayışlarından söz etti.

Eyaz bir süre sonra kalktı su getirdi, sultana sundu. Sultan suyu içti ve:

“Suyun çok güzel, ama ‘Babam su almaya gitti,’ dedin; bir süre sonra da bana evden su getirdin. Neden böyle yaptın?” diye sordu.

Eyaz açıkladı: “Geldiğiniz anda su verseydim, o su size dokunurdu; hastalanırdınız. Sizi oyalayarak terinizin kurumasını bekledim.”

Sultan Mahmud, bu çocuk yaştaki Eyaz’ın akıl ve zekâsını beğendi. Eyaz’ı saraya getirdi ve ayağındaki çarığı, sırtındaki postu çıkarıp ona ipekli elbiseler verdi.

Eyaz çok akıllı ve düşünceli olduğundan, postuyla sarığını bir odaya astı. Her gün o boş odaya girer ve kendi kendisine:

“Sakın kendini bir şey sanma, gurura kapılma! Sen eskiden bunları giyerdin…” diye konuşurdu.

Saraydaki arkadaşları, padişaha:

“Onun bir odası var, oraya biriktirdiği altınların, gümüşlerin küplerini koymuş. Hiç kimseyi oraya bırakmıyor. Kapısını sürekli kilitli tutuyor,” diyerek Eyaz’ı şikâyet ettiler.

Padişah: “Tuhaf şey, bu kölenin bizden sakladığı nedir?” diye düşündü; sonra bir adamına:

“Git odayı aç, orada ne bulursan al. Orada gizlediği şeyi bul. Bizden aldıklarıyla yetinmiyor da, ayrıca altın mı biriktiriyor, öğrenelim…” diye emretti.

Padişahın adamı, otuz kişiyle Eyaz’ın odasını açmaya gitti:

“Padişahın emri var, bu odayı açacağız,” diyorlardı.

Hazine, altın küpler, gümüşler bulacaklarını umuyorlardı; gelenler büyük bir merakla kapıyı açtılar. Sinekler ekşimiş ayrana nasıl üşüşürse, onlar da birbirini ite kaka odaya öyle daldılar. İçeri girenler sağa sola bakındılar; yırtık, pırtık bir çarık ile eski bir posttan başka bir şey göremediler.

Odanın her yanını kazdılar, eştiler; derin çukurlar meydana getirdiler. Sonunda bir şey bulamayınca, kazdıkları yerleri doldurdular. Toz toprak içinde padişahın huzuruna vardılar.

Padişah, düşüncesini gizleyerek;

“Söyleyin bakalım, ne yaptınız? Hani altınlar, gümüşler?” diye sordu.

Yanlışlarını anlayan adamlar:

“Biz, size yaraşanı yaptık padişahım! Bizim suçumuzu bağışla,” dediler.

Padişah dedi ki: “Bana yalvarmayın, gidin Eyaz’a yalvarın.”

Eyaz’a da seslendi: “Ey Eyaz, suçlular hakkında gereken kararı ver. Seni yüzlerce kere denesem, bir hile bulamam.”

Padişahın bu sözleri üzerine Eyaz:

“Padişahım, bu iyilik ancak senindir. Ben yalnızca bir sarık ve posttan başka bir şey değilim,” dedi.

Bütün bu konuşmalarda padişah, suçluların cezasını Eyaz’ın vermesini istiyordu; çünkü iftira, Eyaz’a yapılmıştı. Ama Eyaz bunu padişaha bırakıyordu. Kendisi suçluları bağışlamıştı.

Mesneviden Seçme Hikayeler – Mevlâna

Mevlana Ve Mesnevi Hakkında

Mevlana Celaleddin-i Rumi, 30 Eylül 1207 tarihinde bugün Afganistan sınırları içerisinde bulunan Horasan’ın Belh şehrinde dünyaya geldi. Yaşadığı dönemde Anadolu‘ya Diyarı-ı Rum denildiği için Rumi soyadını, zaman içinde de kendisine duyulan büyük saygının ifadesi olarak efendimiz manasına gelen Mevlana adını almıştır.

Türk – İslam medeniyetinin en önemli isimlerinden biri olan Mevlana, insanları hoşgörüye ve kardeşliğe çağıran ünlü bir tasavvuf alimidir. Mektubat, Fihimafih, Divanı Kebir ve Mesnevi gibi eserleriyle insanlara güzelliği anlatmıştır.

Mevlana bir sevgi ve hoşgörü elçisidir. Hayatı, kişiliği, eserleri, felsefesi binlerce kişiye konu olmuş, binlerce kitap yazılmıştır. Türk-İslam medeniyetinin yetiştirdiği en önemli şahsiyetlerden biri olan Mevlana, dünyanın her yerinde eserleri okunan, derin bir sufi, büyük bir şair ve tasavvuf ehli bir alimdir.

Yazdığı en büyük eser olan Mesnevi sayısız dile çevrilerek dünyanın her yerinde okunmuş ve insanların beğenisini kazanmıştır. “Gel gel yine gel, ne olursan ol yine gel. Yüz kere eğer tövbeni kırsan yine gel” dizeleriyle, insanları dil, din, ırk, mezhep ayrımı gözetmeden, kardeş olmaya, barışa ve hoşgörüye çağıran din bilginidir. 13. yüzyılda yaşamış olmasına rağmen eserleri ve düşünceleri çağları aşan Mevlana merhameti ve karşılıksız olan insan sevgisiyle sadece İslam alemini değil, diğer dinlerdeki insanları da kendine hayran bırakmıştır.

Hazret-i Mevlana’ya büyük sevgiyle bağlı sırdaşı Çelebi Hüsamettin, tasavvufu dervişlere anlatacak bir eser ortaya çıkarmasını tavsiye etti. Hazret-i Mevlana da Mesnevi’nin ilk 18 beyitinin yazılı olduğu kağıdını sarığından çıkarıp Çelebi’ye uzattı. Hazret-i Mevlana, ömrünün son 10-15 yıllık devresinde Mesnevi’yi ortaya çıkardı. O söylüyor, Çelebi Hüsameddin yazıyordu.

Mevlana, dini bilgilerden siyasete, sağlıktan insan ilişkilerine ve hayata dair birçok konuya yer verdiği, 26 bin beyite yaklaşan 6 ciltlik bu önemli eseri için şu ifadeyi kullandı:

“Bizden sonra Mesnevi şeyhlik edecek, arayanlara doğru yolu gösterecek, onları yönetecek ve önderlik yapacaktır.”

Mevlânâ‘nın en büyük eseri Mesnevi’sidir. Eser, aruz ölçüsünün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün kalıbıyla Farsça yazılmış olup 6 cilt, 25618 beyittir. Varlıkta birlik (Vahdet-i Vücûd) anlayışını birtakım kurmaca/hayali veya gerçek olaylardan hareketle anlatmaya çalışan didaktik (öğretici) bir eserdir. Mevlânâ’da hakiki müslümanlık şuuru en yüksek derecesi ile ifade edilmiştir ve bu müslümanlık şeklin değil, mânanın müslümanlığıdır.

Mesnevi’deki en önemli özellik çok derin konuları bile rahat ve anlaşılır bir şekilde anlatmasıdır. Mevlana birçok konuyu ilhamının sesine uyarak içine doğduğu gibi söylemiş ve büyüleyici bir eda yakalamıştır. O, düşüncelerini uzun uzun bir kâğıda döküp sonra üzerinde düzeltme falan yapmamıştır. Bu arada Mevlânâ, basit; fakat düşündürücü ve bilhassa buluş kabiliyetini gösteren deliller getirir, örnekler verir, anlatmak istediği şeyi apaçık bir hâle koyar, hatta gülünç hikayeler bile söylemekten çekinmez. Zaten Divan’ındaki bir gazelinde; “Benim gülünç şeyler söylemem, gülünç şeyler söylemiş olmak, eğlenmek, eğlendirmek için değil; öğretmek, halkı neşelendirip anlatmak istediğimi anlatmak içindir.” der.

Bir cevap yazın