You are currently viewing Ömer Seyfettin Hikayeleri: “Antiseptik”
  • Post comments:0 Yorum

Ömer Seyfettin Hikayeleri:

“Antiseptik”

Minimini, güzel, şeytan Bedia’yı ailesi büyük bir adama vermek istiyordu. Halbuki o iki senedir, tıbbiye talebesinden olan kuzeni Namık’la işi pişirmişti. Kendini almayı arzu eden bu büyük adam tek gözlüklü, şık bir büyükelçiydi. “Kırkında var, yok…” diyorlardı. Bedia daha on yedisine girmemişti. Annesinin, babasının, hanımninesinin ısrarlarına biraz karşı geldi. Ağladı, sızladı, amma sonunda mağlup oldu.

— Ben koca herifi ne yapayım? Elli sene Avrupa’da balolarda sürtmüş! dedikçe,

— Haltetmişsin! Otuz sekiz yaşında! Koca dediğin böyle olur. Fenerbahçe kulübünde top oynayan oğlanlara mı varacaksın?

Cevabını alıyordu.

Nişan günü köşke bütün aile efradı çağrılacaktı. Fakat bir gün evvel kuzen geldi. Bedia ile yalnız kaldılar. Evvela dargın dargın bakıştılar. Sonra Namık,

— Yazık sana Bedia! Dedi. Büyükbaban yerinde bir adama varıyorsun.

— Amma mübalağa ha…

— Mübalağa değil! Bir asır yaşında, boyalı bir ihtiyar işte!

— Ne yapayım! Annemin, babamın büyüklük merakı var. Damatları büyükelçi olacak! Hem annem, kırk yaşında bile olmadığına yemin ediyor.

— Allah belasını versin! Bir asır yaşında diyorum. Senin miden nasıl alıyor.

— Ben o kadar ihtiyar görmüyorum. Abanoz gibi siyah düzgün bıyıklar! Tepesi çıplak ama bu da zekaya delalet eder.

Namık güldü,

— Anlaşıldı, dedi, sen abanoz bıyıklara vurulmuşsun! Bu bıyıklar abanoz olmayıp fildişi gibi beyaz olsa yine varır mıydın?

— Varmazdım. Hatta beyaz bıyıklı değil, kır bıyıklı olsa bile varmazdım.

Namık biraz düşündü. Büyükelçi karısı olmak, yabancı başkentlerden saygı, medeniyet görmek hulyasıyla şimdiden kabına sığmayan Bedia fıkırdayıp duruyordu. Namık dedi ki:

— Bende tılsımlı bir su var; onunla nişanlının bıyıklarını yıkatabilirsen, bir asır yaşında olduğunu sana söyleyecek. O vakit de varacak mısın?

— Gevezeliği bırak. Nasıl su o?

— Bir antiseptik…

— Nasıl yıkatayım?

— Gayet kolay! Yarın daha nişan merasimi yapılmazdan evvel onunla yalnız kal.

Bedia bir kahkaha attı:

— Ey?

— Herifi azdır. Seni öpmeye kalkışsın.

— Sonra?

— De ki: “Ben meraklıyım. Evvela dudaklarınızı şu antiseptikle yıkayınız. Sonra istediğiniz kadar müstakbel eşinizi öpünüz.”

— Aman, şu antiseptiği getir, dedi, ona ilk defa tam bir Fransız kadını gibi çok eksantrik gözükmek isterim!

Nişan olacağı gün köşke bütün davetliler gelmişti. Namık, Bedia’ya zarif bir şişe verdi. “İşte antiseptik! Haydi gayret!” dedi. Bedia, bu cesaretlendirmeden şuh bir heyecan duydu. Eksantrik görünmek en birinci düşüncesiydi. Ne yaptı yaptı, sefirle salonun yanındaki küçük odada yalnız kaldı. Zavallı diplomatın elini tuttu. Saçlarını okşadı. Dizine süründü. Aşktan, maşktan bahsetti. Zavallıyı iyice azdırdı. Diplomat, gül yağına kondurmak için abanoz bıyıklarını uzatırken,

— Rica ederim, dedi, uslu durunuz.

— Ah…

— Ben meraklıyım. Dudaklarınızı yıkayınız. İstediğiniz kadar öpünüz. Ben artık sizin değil miyim?

— ………

Cevap beklemeden koştu. Dışarı çıktı. Namık’ın verdiği şişeyi getirdi.

— Şurada, pencerenin önünde, dedi.

İştahı kabarmış olan diplomat, bu şuh emre hemen itaat etti. Bedia’nın eline döktüğü su ile güle güle ağzını, bıyıklarını yıkadı. Sonra cebinden çıkardığı ipek mendille kuruladı. Bedia birdenbire,

— A!… diye haykırdı.

— Ne var ruhum?

— Hiç!

Öpmek için yaklaştı. Bedia, sinir darbesine uğramış gibi katılırcasına gülüyordu. Kahkahalarının çirkinliği içinde, minimini parmağıyla,

— Buradan, buradan, diye parlak alnını gösterdi.

Diplomat, bu pembe alnı koklayarak öptü. Bedia, azıcık sükûnet bulunca,

— Siz benim pederimsiniz, dedi.

— Ne demek sevgilim!

Şu aynaya bakınız. Hayaliniz size cevap verecek…. Avrupa’da kadınların eksantrikliğine çok alışkın olan diplomat hiç şaşırmadı. Döndü aynaya baktı. Kendini tanıyamadı. Abanoz bıyıkları fildişi gibi bembeyaz olmuştu. Sarardı, morardı, sonra hâlâ pencerenin yanında gülen Bedia’ya feci bir nazarla baktı:

— Hain! Dedi.

Burnu kanıyormuş gibi mendilini ağzına tutarak salonun ortasından hızla geçti. Portmantodan fesini kaptı. Tek gözlüğünü düşürdü. Bastonunu alamadı. Kendini bahçeye attı. Deli gibi köşkten uzaklaştı.

Müstakbel damatlarının böyle, nişandan evvel, birdenbire kaçışına hiçbir mana veremeyen aile halkı pencerenin dibinde gülen Bedia’nın başına toplandılar.

— Ne yaptın, ne oldu?

Diyorlardı. Bedia,

— Hiçbir şey yapmadım. Şu şişedeki su kaçırdı. Benim kabahatim yok…

Cevabını verdi. Annesi hiddetinden titriyordu.

— O su ne? Çılgın!

Bu sefer Namık cevap verdi:

— Yengeciğim, hiç beyazı olmayan güzel, kumral saçlarınıza siz de biraz sürünüz. Ne olduğunu anlarsınız, dedi…

Ömer Seyfettin

Ömer Seyfettin Hakkında

Ömer Seyfettin 1884 yılında Balıkesir’in Gönen ilçesinde doğmuştur. Türk edebiyatının önde gelen hikâye yazarlarından ve Milli Edebiyatın da kurucuları arasında yer alan sanatçı, babası gibi askerlik yapmış Balkan Savaşı sırasında Sırp ve Yunan cephelerinde savaşmıştır. Daha sonraki dönemde askerliği bırakıp tamamen edebiyata yönelen Ömer Seyfettin, o döneme kadar romanın gölgesinde kalan Türk kısa hikâyeciliğinin kurucu ismidir. Sanatçı 6 Mart 1920’de hayata gözlerini yummuştur.

Edebi Kişiliği

Maupassant (klasik vak’a öyküsü) tarzı olay hikâyeciliğinin bizdeki en büyük ismidir.

Hikâyeciliği meslek olarak gören ilk sanatçıdır.

Milli Edebiyat akımının öncü kişilerindendir.

Ziya Gökalp ve Ali Canip Yöntem’le birlikte Selanik’te 11 Nisan 1911’de Genç Kalemler dergisini çıkarır. Bu dergide  yayımladığı “Yeni Lisan” makalesinde dilin sadeleştirilmesi gerektiğini savunan Ömer Seyfettin divan edebiyatı, Tanzimat, Servetifünun ve Fecriati edebiyatı sanatçılarına yer yer ağır eleştirilerde bulunur.

Genç Kalemler dergisinde ilk kez Milli Edebiyat kavramına yer verilir. Milliyetçilik, bu dergiyle edebiyatta başlamış olur.

Türkçülük akımının kurucularındandır.

“Toplum için sanat” anlayışıyla milli değerlere yönelmenin önderliğini yapmıştır.

Uzun cümlelerden, söz oyunlarından, yabancı sözcük ve tamlamalardan kaçınmış, konuşma ve yazı dili arasında bir uyum kurmaya çalışmıştır.

Realizm akımının etkisi altındadır.

Hikâyelerinde milli bilinci uyandırma ve güçlendirme amacı taşımıştır.

Mizahtan da yararlanarak toplumdaki aksayan yönleri eleştirmiştir; bu bakımdan hikâyeleri toplumsal hiciv ka­rakteri taşır.

Konuşma dilini yazı diline uygulamayı amaçlamıştır.

Hikâyeleri teknik açıdan zayıftır, tasvirlere, psikolojik tah­lillere önem vermez, daha çok olayı ön plana çıkarır.

Hikayelerinin konularını

Milli tarih (daha çok Osmanlı tarihi) 

Çocukluk anıları 

Askerlik anıları ve günlük hayat oluşturur.

Kısa cümlelere dayanan okurun dikkat ve heyecanını canlı tutan bir anlatımı vardır.

Ömer Seyfettin’in öyküleri çoğunlukla beklenmedik sürpriz bir sonla biter.

Hikâyelerinde menkıbe, efsane, destan, halk fıkraları ve tarihten yararlanmıştır.

Kitaplaştırmadığı az sayıda şiiri de vardır.

Efruz Bey ve Yalnız Efe adlı eserleri “uzun hikâye”, “roman” olarak da değerlendirilmektedir.

Yaklaşık 160 hikayesi vardır.

Bir cevap yazın