You are currently viewing Casus Hikayeleri; “2 Yüzlü Kedi”
  • Post comments:0 Yorum

Casus Hikayeleri; “2 Yüzlü Kedi”

Kedi yanında kadın muhafızı Valeria ile, Mayfair Oteli’nin Châteaubriand lokantasına gitmişti. Karşı karşıya yemek yerlerken birden bire sapsarı kesildi. Aniden sancılanmış gibi karnını ovuşturmaya başladı. Sonra elleriyle yüzünü kapadı.

– Hastalandım Valeria… derhal lokantadan çıkalım… diye mırıldandı.

Valeria Caree koluna girdi. Arka kapıdan koridora çıktılar.

Kedi musluğa gidip yüzünü yıkadı. Başını ıslattı, biraz açılır gibi oldu. Lâkin tekrar salona girmesi imkânsızdı! Orada Armand’ın eski arkadaşlarından birini görmüştü! Valeria’ya döndü:

–  Yemek yiyemeyeceğim Valeria… hemen eve gitmemiz lâzım.

Valeria salona doğru yürüdü. Carrê arkasından seslendi:

–  Oradan çıkmayalım Valeria. Burada bir kapı daha var…

Carrê çantasından para çıkardı.

–  Şunu garsona verelim sonra da gidelim…

Valeria hesabı ödedi. arka kapıdan caddeye çıktılar.

Bu tehlike savuşturulduktan sonra Carrê, kalabalık salonlara, lokantalara artık çekine çekine girmeye başladı.

İngiliz istihbarat mensupları Kedi’yi suçüstü yakalamak ve ondan sonra tevkif etmek istiyorlardı. Bleicher’in ona Londra’daki bazı Alman casuslarının adreslerini vermiş olması mümkündü. Carrê, elbette bir gün bu ajanlarla temas  etmeye çalışacaktı. İşte o zaman bu iki yüzlü kadının son dakikaları gelmiş olacaktı… Fakat Kedi çok dikkatli davranıyordu. Hiçbir yabancıya gizli haberler göndermeye kalkmıyordu.

İngiliz İstihbarat Teşkilatı şüphe içindeydi. Kedi kurnazlık mı ediyordu, yoksa Londra’daki Alman ajanlarının adreslerini mi bilmiyordu? Bleicher ona hiçbir adres vermemiş olabilirdi!.

Bleicher hakikaten ona hiçbir adres vermemişti.

İngiliz uçakları Paris’teki Alman hedeflerini şiddetle bombalamakta idiler. Bir gün Lucas, yine paraşütle Paris üzerine bırakıldı.

Carrê, İngiltere’deki lüks apartman dairesinde yan gelip otura dursun, Lucas Alman işgali altındaki Paris’te, yeniden gizli faaliyetlere girişti. Bu seferki vazifesi eskisine nispetle iki misli zordu. Çünkü Bleicher ve adamları onu gayet iyi tanıyorlardı. Bir defa görülmesi işleri berbat etmeye kâfiydi.

İngiliz Hava Kuvvetleri, artık her gün yeni bir düşman hedefini berhava etmek için Fransa toprakları üzerine süzülüyordu. Lucas, vazifesini yapıyordu.  Lâkin  çok geçmeden, kötü bir havadis Londra’ya ulaştı. Lucas yakalanmıştı!… Onun yakalanması Carrê’nin foyasının meydana çıkması demekti!. Artık Bleicher, Londra’dan gönderilen telsizlerin sahte olduğunu anlayacaktı.

Lucas tevkif edilip karşısına getirildiği zaman Bleicher’in ilk sözü şu oldu:

–  İhanete uğradım Lucas!…

Buna Lucas şöyle cevap verdi:

–  İhanete uğrayan siz değil, benim Mösyö Bleicher! Kedi Loındra’da hesabınıza çalışmakta devam ediyor!…

Tuhaf değil mi, Bleicher bu cevaba inandı! Harbin sonun kadar, Carrê’nin İngiltere’de hep Almanlar hesabına çalıştığını hayal edip durdu!…

Lucas ilk ifadesini müteakip derhal hapishaneye tıkıldı. İşkencelerle ağzındaki  dört dişi parça parça oldu. Ondan sonra Colditz esir kampına sürüldü. Orada 9 ay kaldı. Almanların mağlubiyetiyle hürriyetine kavuştu.

Lucas Paris’te tevkif edildiği vakit, Londra onun Kedi hakkında Bliecher’e neler söylediğini tabii bilmiyordu! İngiliz İstihbarat Teşkilatı artık her şeyin bitmiş olduğu kanaatine varmıştı.  Almanlar Lucas’ı yakalayınca  Kedi’ninde foyasının meydana çıkması lâzımdı.  Şu halde artık Carrê’nin  Londra’da hiçbir vazifesi kalmamıştı. Eğer İngiltere’deki Alman ajanları Kedi ile temas etmeyi düşünmekte iseler bile, bu vaziyetten sonra düşüncelerinden vazgeçmiş olmaları muhakkaktı! Şu halde, yapılacak iş,  Carrê’yi artık sahneden çekmekti!…

Bir sabah erkenden Kedi’nin kapısını iki sivil memur çaldı. Carrê’ye itiraz etmeden, sessizce kendilerini takip etmesini söylediler.  Doğru Hollywood Hapishanesine götürdüler.

Carrê bir müddet bu hapishanede yattı. Sonra Aylesbury’ye nakledildi. İşte burada baştan başa heyecanlı maceralarla geçip giden hayatının hikâyesini kaleme almaya başladı.

“BİR KEDİ’NİN HATIRALARI”

Mathilda Carrê’nin kitabının ismi buydu. Yazılış tarihi 6 Nisan 1942 idi. İlk satırları, çekmekte olduğu vicdan azabını şöyle anlatıyordu:

“Bütün bunları ben sizler için yazıyorum… Sizler ki beni her zaman sevdiniz. Belki şimdi hayatta değilsiniz, belki hapistesiniz, belki benden ayrısınız… Fakat ben daima sizin yanınızdayım. Çünkü siz bendiniz, ben de sizdim. Yine öyleyiz. Birbirimizden hiçbir zaman ayrılmış değiliz.

Sevgi benim ruhumdan silindi. Yalnız sizin ruhunuzda kaldı. Benim bu günkü hayatımı kıskanmayınız. Şu anda siz bana, etrafımda bulunanlardan çok daha yakınsınız.  Güneşin gökyüzünde parlamasına, etrafımdakilerin bana anlayışla davranmalarına rağmen, ben yine sizinleyim. Ebedi uykunuza çekilen sizler bu gece uyumuyorsunuz!

Çok ıstırap çektim. Bu derin sonsuz acıyı, ifade edecek kelime mevcut değil, artık bundan fazla ıstıraba tahammül edemeyeceğim.

“Bizim Dünyamız” da yaşıyorum. Bu dünyanın içine çekilmiş sizinle beraberim. Daima benim içimdesiniz!

Her sabahın başlangıcı bana daha ağır geliyor. Gökyüzünün parlak renkleri arasında sizleri arıyorum. Hiçbir yerde yoksunuz. Fakat ben sizlere ve ideallerimize tamamen bağlıyım.

Geçmişteki günlerde neşeyle, cesaretle, düşüncesizlikle, aptalca bir gururla yapılmış olan işleri hatırladıkça, insan ölmeyi daha rahat buluyor. Hem de derhal ölmeyi!…

Hepiniz birer birer benden ve hayattan ayrıldınız. Cesurdunuz, ciddiydiniz, nezaketliydiniz, muhabbetle doluydunuz. Hayatım sizin gülen yüzleriniz etrafında nihayet buluyor! Hayallerim, rüyalarım, mevcudiyetiniz içinde eriyor!…

Ben sizindim. Siz benimdiniz. Her şeyimiz müşterekti. Düşüncelerimiz, konuştuklarımız, yaptıklarımız, sırlarımız, dertlerimiz… Siz benim her şeyimdiniz. Kuvvetimdiniz, cesaretimdiniz, gayretimdiniz, ruhumdunuz! Beni sizden iyi kim bilebilirdi?… Ah,  hep siz, her zaman siz, her yerde siz….”

Kedi, önce İngiltere’de sonra da Fransa da yedi sene hapiste kaldıktan sonra, Paris’te muhakeme edildi. Bu yedi sene zarfında hep mahkeme gününe hazırlandı. Paris’in en meşhur avukatlarından Maitre Albert Naud’u tuttu. Onunla uzun bir müdafaaname kaleme aldı.  Fransa içinde şahitler aradı. Bunların, Kedi’nin İngiltere ve Fransa için büyük hizmetler yapmış olduğuna şahitlik etmeleri lazımdı.  Şu şahıslar kendisine yardım edebilirdi.:

Albay Buckmaster, Binbaşı Tom Green, Binbaşı Cownburn, Polis Müfettişi Gale.

Nihayet soğuk bir ocak gününün sabahı, mahkeme başladı. Carrrê, zayıflamış, çökmüş ve küçülmüştü. Fakat gözleri yine parlaklığını muhafaza ediyordu. Sinirli hareketlerle salondaki yerine oturdu.

Şahit olarak önce Vichy hükümeti casusluk teşkilatı mensuplarından Albay Achard dinlendi. Kedi’nin lehine şahitlikte bulundu. Bütün bir sene boyunca Carrê’nin İngiltere ve Fransa için çalıştığını söyledi. Albay’dan sonra, yine aynı teşkilata mensup Yarbay Simonnau konuştu. O da aynı şeyleri tekrar etti.

Üçüncü olarak, Kedi’nin annesi Madam Belard salona girdi. Hâkimin karşısında sözlerine şöyle başladı:

–  Biz Fransa’nın en şerefli ailelerinden biriyiz Hakim Bey!… Böyle bir ailenin vatanına ihanet etmesine imkan yoktur! Kızım bu güne kadar yalnız Fransa için canını tehlikeye atmıştır! Benden evvelki şahitlerde onun hizmetlerini anlattılar. Kendisinin bir an evvel temize çıkarılmasını istiyorum!…

Bu üç şahitten sonra sıra Kedi’nin kurbanları, öz arkadaşlarına geldi! Salona ilk getirilen, Carrê’nin çocukluk arkadaşı Renê Aubertin oldu! Harp sona ermiş; Aubertin Almanların temerküz kampından güçlükle kurtulmuştu. Orada, gözlerinin önünde kaç samimi arkadaşı, inleyerek ölmüştü.

–  Sayın bay Hakim… Mathaussen temerküz kampında arkadaşlarıma söz vermiştim sağ kalıp günün birinde mahkeme huzuruna çıkacak olursam hakikati aynen anlatacağıma yemin etmiştim. Şimdi size, o günlerde olanları aynen söylemeye mecburum… Madam Carrê benim en eski ve en yakın arkadaşımdır. Fakat, o kendi canını kurtarmak endişesiyle otuz beş arkadaşını düşman eline teslim etmiş, vatanını Almanlara satmıştır. İlk kurbanı Hugentobler Ailesidir! Ondan sonrav Poul de Rocquigny, daha sonra Mireille Lejeune ve kocası… bütün bu fedakar insanlar onun bile bile Almanlara teslim ettiği şahıslardır!…

Salona ikinci olarak Viladimir Lipsky alındı. O da temerküz kampından sağ çıkmaya muvaffak olanlardan biriydi. Carrê yüzünden nasıl tevkif edildiğini bütün teferruatıyla olduğu gibi anlattı.

Lipsky’den sonra Armand’ın arkadaşlarından Jean Duprê salona girdi. Edouard VII Oteline nasıl götürüldüğünü, orada Kedi’nin gözleri önünde nasıl sorguya çekildiğini nakletti.

Üçüncü şahit Henry Tabet ismindeki telsiz memuruydu. Bir zamanlar Kedi’nin gizli telsizini istemişti.

–  Madam Carrê ile çok samimi idik.

 diye söze başladı.

Kedi bu sözleri duyunca yerinden fırladı. Hiddetle haykırdı.

–  Ne münasebet!.. Ne münasebet!… Ben bu adamla bir kez yatmış değilim!…

Heny Tabet gülümsedi.

–  Güzel bir tarafın olsaydı belki o iş de olurdu…

Carrê sinir içinde tekrar bağırdı.

–  Elbette güzel tarafım var!… Niçin olmasın!… Elbette var!…

İkinci açılışta Lucas, ağırbaşlı tavrıyla salona girdi. 11 Mayıs 1941 senesinde paraşütle Paris üzerine bırakıldığından başlayarak bütün vakaları en ince ayrıntılarına kadar anlattı.

– Carrê bana Almanlarla çlıştığını itiraf etmişti… dedi. Bende onun üzerine kendisini Londra’ya götürmeye karar verdim. Bir plan tasarlayıp Bleicher’i ikna ettik. Kedi bana karşı hiçbir ihanette bulunmadı. Benden evvel yaptıklarından haberim yoktur. Sadece bana kendi ağzıyla Bleicher’in emrinde olduğunu itiraf etmiştir…

Lucas’ın sözleri bitince savcı, Kedi aleyhindeki iddianamesini okumaya başladı. Bu sırada Carrê,  çantasından çıkardığı bir çikleti ağzına attı. Müstehzi bir tavırla çiğnemeye başladı.

Savcının iddianamesi yarım saatten fazla sürdü ve şu satırlarla sona erdi:

“bir Fransız vatandaşı olan Mathilda Carrê Fransa’ya ihanet etmiştir. Yanında ve emrinde çalışan bütün arkadaşlarına da ihanet etmiş; onları, kendi canını kurtarmak pahasına hapishanelere, temerküz kamplarına göndermiş, çoğunun ölümüne sebep olmuştur. Bunları bilerek ve kasten yapmıştır! Fransa’nın en büyük düşmanıyla hakiki olarak işbirliği yapmaktan çekinmemiştir. Bu sebeplerden dolayı ölüm cezasıyla cezalandırılmasını talep ederim!”

Savcı, okumasını bitirdiği zaman Carrê hala ağzındaki sakızı çiğnemekle meşguldü!

Hakim heyeti karar vermek üzere birkaç dakika müzakereye çekildi. Celse tekrar açıldığı zaman karar okundu:

“Vatana ihanet suçu katiyetle sabit olduğundan Mathilda Carrê ölüm cezasına çarptırılmıştır.”

Ertesi gün, Kedi’nin avukatı Maitre Naut, Carrê’nin cezasının hafifletilmesi için Fransa Cumhurbaşkanına hitaben bir istida yazdı. Kedi’nin bütün hizmetlerini birer birer anlatarak idamdan affını istedi.

Bu müracaat hemen tesirini gösterdi. Mayıs 1949 tarihinde Carrê’nin cezası, müebbet hapse çevrildi. Kedi, yine hapishanedeki hücresine iade edildi. Burada 1954 senesinin yaz mevsimine kadar on iki sene çile doldurdu. Bu çilesi kâfi görülmüş olmalı ki bir sabah birdenbire af emri çıktı. Tahliye edilip evine gönderildi….

Bu gün halâ Gobelins Caddesindeki küçük dairesinde yapayalnız ıstıraplarıyla başbaşa oturmaktadır. Çektiği azabın tesiriyle çökmüş, bitkin bir hale gelmiştir. Hastadır. Gözlerinin görüşü zayıflamıştır. Fakat hiç olmazsa serbesttir ve hayattadır. İhanet ettiği arkadaşları gibi düşman işkenceleri altında inleyerek can vermemiştir.

Bir cevap yazın