You are currently viewing Âşıklardan Halk Hikâyeleri “Bahtiyar Hikayesi”
  • Post comments:0 Yorum

Âşıklardan Halk Hikâyeleri “Bahtiyar Hikayesi”

Derleyen: Timur Yılmaz

Efendim, Gümüşhane’nin Arpacık köyünde yaşanmış olan bir olayı, fakir fakat yiğit bir delikanlının, annesinin biricik evladı Bahtiyar’ın başından geçen hikâyeyi anlatacağız.

Bahtiyar’ın dünyada sadece bir gariban annesi vardı, babası ölmüştü. Annesiyle birlikte Arpacık köyünde yaşıyorlardı. Bahtiyar gariban bir çocuk olduğundan, onun her daim dertli olan gönlünde hep türkü söylemek vardı, bazen kendi kendine türküler söylerdi. Gelgelelim, iş çalışmaya gelince de eline tez, çalışkan bir delikanlıydı. Köyün bir ağası vardı, köy halkı genellikle ağanın bağında, bahçesinde ırgatlık yaparak veya hayvanlarına bakarak geçimini sağlardı.

Bir gün ağa başkasına ait birinin tarlasının yanından geçiyordu, tarlada çalışan ırgatların içinde Bahtiyar da vardı, onun çalışkanlığı ağanın gözüne hemen çarptı. Ağa, Bahtiyar’a yaklaşıp “yavrum, burada çalışana kadar, gel bana çalış,” dedi, “günde ne kadar alıyorsun, beş kuruş mu, ben sana on kuruş vereyim, gel bana çalış.” Bunun üstüne hesap etmeye ne gerek var, Bahtiyar da “olur ağam,” dedi ve ağa için çalışmaya başladı.

Peki, ne iş yapıyordu: Bir fakir, bir hizmetkâr köyde ne iş yaparsa onu;

Ya tarlada çalışıyor, ya ormandan odun taşıyor veya ağanın ahırındaki mallara, hayvanlara bakıyor, bazen de çobanlık ediyordu. Bir gün yine ormandan odun taşımış, ağanın evine getirmişti. Baktı ki ağanın kapısı kapalı, eyvanda da kimse yok [O zamanlar ‘eyvan’ derlermiş balkona.]. Ağanın komşusuna gidip “yahu, bu ev ahalisi nereye gitti,” diye sordu, “ağa nerede, bu ev böyle çoluk çocuğuyla nereye gitti?” Ne yapacağını bilemedi, “ben dışarıda kaldım,” dedi, merkebin sırtındaki odunları komşunun evinin önüne yıktı. Ağanın yedi oğlu vardı, komşular “ağa, oğullarıyla beraber şehre gitti,” dediler, “işleri varmış.”

Ağanın kızının da yanına semaveri alıp arkadaşlarıyla beraber bağlara indiğini, kızların orada çay içtiklerini söylediler. Bahtiyar bunu duyunca çok sevindi. Ağanın kızında, Seher’de gönlü vardı, görür görmez âşık olmuştu ona, ama  daha o anda aşkının ne kadar ümitsiz olduğunu da acıyla fark etmişti, “o kız kim, ben kim,” demişti kendi kendine, “ben ki bir fakir âşığım.” İşte şimdi de fırsat ayağına gelmişti, “hazır ağa yokken, Seher de bağa inmişken, sazımı alıp şu bağa ineyim, o kızların karşısında, uzaktan türkü söyleyeyim,” dedi, “Seher benim ona âşık olduğumu anlasın, belki o da bana âşıktır.” Bu düşünceyle sazını aldı, karnını doyurmadan, aç susuz bir halde bağlara gitti.

Bahtiyar bağa varınca baktı ki kızlar orada oturmuş, semaverden çay içiyorlar. Onların görebileceği, duyabileceği bir uzaklıkta, bir kenara oturdu, başladı sazını çalmaya. Bahtiyar’ın türkü söylediğini gören kızlar, ağanın kızına “seher, izin ver de şu garip âşık buraya gelsin,” dediler, “herhalde üç beş kuruş kazanmak istiyor, ona birkaç türkü söyletelim de para verelim.”

Seher bunu kabul etmedi, “kesinlikle olmaz,” dedi, “ağabeylerim duyarsa o zavallının kafasını vururlar.” Arkadaşları ısrar etti, “bir şey olmaz, kim haber verecek ki,” dediler, “burada biz bizeyiz, birbirimizi tutan arkadaşlarız.” Sonrada gittiler, Bahtiyar’ı zorlayıp getirdiler.

Bahtiyar, bir iki türkü söyledi kızlara, sıla türküleri. Ama gözü hep Seher’deydi; saçlarını yüzüne dökmüş, bir kenarda öylece oturan Seher’in kirpikleri saçlarının arasından sanki bulutların arasından ay doğmuş gibi çıkmıştı.

Bahtiyar daha fazla dayanamadı, ona âşık olduğunu artık belli edecekti, “hele ben ona bir iki türkü söyleyeyim, eğer beni beğenirse işaret eder,” dedi, “beğenmezse de battı balık yan gider. Ben ona âşık olduğumu anlatayım da ondan sonra o ne yaparsa yapsın.”

Aldı sazı eline Bahtiyar, bakalım ona ilk türküsünde orada nasıl sesleniyordu, Seher’e neler diyordu:

Bu bağlarda gezen dilber
N’olur bana naz eyleme
Gözlerini süzen dilber
Seni sevdim söz eyleme

Bu sözlerin üzerine Seher, Bahtiyar’a, kendisine türkü söylemesini istemediği anlamında işaretler etti. Fakat Bahtiyar zannetti ki Seher türküden hoşlandığı için kendisine işaret ediyor. Daha da cesaretlenip devam etti türküsüne:

Kızma garibin sözüne
Ateşi koydun özüne
Saçların dökmüş yüzüne
Arasından göz eyleme
Bahtiyar türkü söyledim
Nice gurbette eğlendim
Âşık ettin alevlendim
Bu bağrımı köz eyleme

Bahtiyar son sözleriyle ilan—ı aşk edince Seher’le arkadaşları hemen ayrıldılar oradan. Onlar böyle apar topar kalkınca Bahtiyar, Seher’i kızdırdığını düşündü, “yoksa benden hoşlanmıyor mu,” dedi. Fakat kızlar biraz ilerlemişti ki Seher şöyle bir dönüp geriye, Bahtiyar’a baktı, gülümsedi. İşte o zaman Bahtiyar anladı ki Seher de ona âşıkmış. Ya Rabbi, böyle bir şey görülmüş mü, bir zengin kızının bir fakir delikanlıya, bir gariban âşığa, yetim âşığa gönlü düşsün, hiç öyle bir şey olur mu? Olur. Demek sevda olunca, aşk olunca, olmayacak şey yok.

Bahtiyar zaten çalışkan bir delikanlıydı, ama şimdi daha bir şevkle çalışıyordu. O öyle çalışadursun, biz haberi kimden verelim, Seher’in kardeşlerinden. Tevekkeli dememişler “el ağzı, çuval ağzı” diye, Seher’in kardeşleri Bahtiyar’ın Seher’e âşık olduğunu çok geçmeden duydular, bu habere hiddetlendiler, “bu adam bizim kız kardeşimize, biricik bacımıza âşık olmuş,” dediler,

“Ulan sen kimsin de bizim kardeşimize âşık olasın?”

Yayla zamanıydı değerli dostlar, köyde sadece yaşlılar vardı, diğerleri yaylaya gitmişti. Bahtiyar ise başına geleceklerden habersiz, kendi hayal âlemindeydi, yaylada olsun, köyde olsun çalışmaya devam ediyordu. Ağanın oğulları, Bahtiyar’ı öldürmeye karar verdiler, oturup bunu nasıl yapacaklarını kendi aralarında konuştular. Bir gün Bahtiyar ormanda çalışırken, yedi kardeş onu orada sıkıştırdılar, bıçaklarla Bahtiyar’a öyle bir saldırdılar, onu öyle bir hale koydular ki kanlar içinde kalan Bahtiyar’ın öldüğünü düşünüp onu oracıkta bıraktılar. Ağanın oğulları gittikten sonra, Bahtiyar, kendini merkebin ipine güç bela bağladı, sonra da elindeki değnekle sırtına vurdu merkebin. Eşek başladı yürümeye, yolu biliyordu, onu çeke çeke köyün içine kadar getirdi. O anda Bahtiyar’ın aklında sadece anası vardı, ağlamaktan gözyaşları tükenmişti, her yanından kanlar akıyordu, çeşmenin başına kadar gelmişti. Kimse, hatta komşuları bile, korkusundan yanına koşamadı; biliyorlardı ki bunu ağanın oğulları yapmıştır ve ağanın oğulları da belalı insanlardır. Sevda çekmemiş kişi, sevdalı olanın, âşık olanın halinden ne anlar? Neden sonra, Seher de çeşmenin başına su doldurmaya geldi. Bahtiyar öyle bir halde, öyle kanlar içindeydi ki yerde yatan bu adamı tanıyamadı Seher.

Bahtiyar başını kaldırıp “Ey Seher, sen beni tanımadın mı?,” diye seslendi, “bak, senin yüzünden ne hallere düştüm, ne olur bana bir yudum su ver.” Yaralı delikanlı sevdiği kızdan ne istiyordu; su istiyordu. Bakalım Bahtiyar, Seher’den suyu nasıl istiyordu, Yavuzer de vekâleten seslensin:

Çeşmenin başında duran sevdiğim
N’olur bir yudum su yüreğim yandı
Bu hale koyanlar Mevla’dan bulsun
N’olur bir yudum su yüreğim yandı
Yeniden ayrılık bizlere başlar
Âşık etti beni sendeki kaşlar
Halime ağladı gökteki kuşlar
N’olur bir yudum su yüreğim yandı
Sevmeyenler beni deli sanıyor
El vurmadan ciğerlerim kanıyor
Vücudum sızlıyor içim yanıyor
N’olur bir yudum su yüreğim yandı
Bahtiyar’ım düştüm ben bu ahvale
Nasıl oldu düştüm kötü zevale
Kardaşların koydu beni bu hale
N’olur bir yudum su yüreğim yandı

İşte âşık, sevdalı kişi, görüyorsunuz, yaralı bir halde ama yine de türküsünü söylüyor. Bunları duyan Seher feryatla koşup sarıldı sevdiğine,

“Bahtiyar’ım, sana ne oldu böyle,” dedi dehşet içinde, “benim kardeşlerim mi seni bu hale koydular?” Başını salladı Bahtiyar, “evet,” demekle yetindi.

Bahtiyar’ın gariban anası haberi almış, koştu, gözyaşları içinde kucakladı oğlunu, yerden kaldırmak istedi, fakat gücü yetmedi, onu eve sürükleye sürükleye götürdü. O kardeşlerin korkusundan kimse yardım edemiyordu.

Bahtiyar ölüm döşeğindeydi, anası oğlunun başında ağıt yakıyor, “aha bugün öldü, aha yarın öldü,” diye feryat ediyordu. Öldürmeyen Allah öldürmez. Ölmedi Bahtiyar, günler geçtikçe yaraları yavaş yavaş kapandı ve bir gün nihayet iyileşti. Bahtiyar içten içe biliyordu ki bu olay burada kapanmaz, ağanın oğulları peşini bırakmaz ve bir dahaki sefere de onu sağ koymazlar, daha bu gencecik yaşında ne Seher’ine ne de ömrüne doyamadan öldürürlerdi. Aldı anasını karşısına:

— Ana, sana bir şey söyleyeceğim, ama ne olur bana kızmayasın, sakın beni kınamayasın.
— Yavrum, ne söyleyeceksin?
— Ben bu köyü terk edeceğim ana.
— Yapma yavrum, sensiz anacağın ne yapar? Senden başka kimsem yok ki oğlum. Akrabam bile yok. Bir tek evladım sensin. Bir kız yüzünden ne hallere düştün.
— Ana, yedi seneye geldimse geldim, gelmedimse anla ki ölmüşüm. Fakat bana inan ana, yedi sene içinde kuvvetlenip onlardan çok daha güçlü biri olarak geleceğim buraya.

Bahtiyar belki toyluğundan, gençliğinden, kanının deli akmasından böyle konuşuyordu, ama bir o kadar da yedi kardeşin bir olup kalleşçe onun canına kast etmelerini içine sindiremeyecek kadar gururlu, yiğit bir adam olduğundan böyle konuşuyordu. Anası ne ettiyse vazgeçiremedi onu, gözyaşları içinde, “yavrum, gitme, hem nereye gideceksin,” dedi, “mekân belirsiz, gittiğin yer belirsiz, Allah aşkına nereye gidiyorsun?” Fakat Bahtiyar’ın kararı kesindi, “Allah nereyi nasip etmişse,” dedi, “oraya gidiyorum ana.” Sonra da yola koyuldu.

Köyün dışına henüz çıkmıştı, ardına dönüp baktı ki anası onu son bir kez daha görebilmek için evin damına çıkmış, terki diyar eden biricik oğlunun ardından ağlıyor, feryat ediyordu. Bakalım, orada Bahtiyar anasına ne sesleniyordu:

Gidiyorum bu ellerden
Anam hakkın helal eyle
Muradım sor bu yerlerde
Anam hakkın helal eyle
Gelin de helalleşeyim
Yüce dağlardan aşayım
Düşmanlar koymaz yaşayım
Ana hakkın helal eyle
Dertli bülbül düşer zara
Haber verin nazlı yara
Dua edin Bahtiyar’a
Anam hakkın helal eyle

Anasının feryadına karşılık o da türkülerini feryatla sesledi, söyledi anasına.

Dağın yamacında giderken sanki Seher’in sesi geldi ona, “hey gidi Seher,” dedi kendi kendine, “acaba bir şey söylesem beni duyar mısın? Duy beni Seher!” Bakalım, Bahtiyar ne sesleniyordu Seher’e, ne diyordu:

Genç yaşımda düştüm gurbet ellere
Ağlarım sevdiğim duy beni beni
Senin için gözyaşlarım sel oldu
Ağlarım Seher’im duy beni beni
Korkarım düşmanlar beni ararlar
Bu dert beni iflah etmez yaralar
Senin için giyer oldum karalar
Bağlarım Seher’im duy beni beni
Bahtiyar’ım sevda çekmek zorudu
Sevda yaktı beni bahtım körüdü
Yaprağım kurudu dalım kurudu
Bağlarım Seher’im duy beni beni

Sevenin feryadını nerde olursa olsun sevgilisi duymaz mı? Duyar elbet.

Türküsünü havaya, gönlünü rüzgâra saldı Bahtiyar, rüzgâr da aldı götürdü, Seher elbette duymuştu. Seher de feryat ediyordu. Gün geçtikçe güller gibi soluyordu. O güller gibi soladursun, biz haberi kimden verelim, Bahtiyar’dan.

Bahtiyar nereye gittiğini kendisi de bilmeden köylerden, yaylalardan geçerek yoluna devam ediyordu. Issız bir yerde bir dağın yamacından geçiyordu,

Kim bilir aklından neler geçiyordu, başı önünde, hiçbir yana bakmadan, dalgın dalgın yürüyordu, işte o anda bir ses, “delikanlı,” dedi, “ellerini havaya kaldır.” Bahtiyar şaşırıp kaldı. Biraz ilerisinde bir adam, elindeki silahı ona doğrultmuş, dikiliyordu. Bu adam, o bölgede mağaralarda, dağlarda, yaylalarda kervanların, atlıların önünü kesen, onlardan haraç alan Eşkıya Kasım adında, nam yapmış bir eşkıyaydı. “Ellerini kaldır, yaklaş bu yana,” dedi Eşkıya Kasım. Bahtiyar, ona doğru yaklaştı. “Boşalt ceplerini,” dedi Eşkıya Kasım, “sökül bakalım paraları!” Bahtiyar bunu duyunca gülmek istedi, ama gülemiyordu, bir yandan da korkuyordu, “yahu, sen benim gibi bir garipten ne istiyorsun, bende para olur mu,?” dedi, “benim bir sazım, bir de sözümden gayrı hiçbir şeyim yok. Ben sana para veya altın yerine başka bir şey vereyim, dinle.” Bakalım, orada Eşkıya Kasım’a nasıl yalvarıyordu. Eşkıya Kasım’ın elinde silahı vardı, acımasızca karşısında duruyordu. Bakalım, Bahtiyar ona ne söylüyordu:

Bizi duysun dağlar taşlar
N’olur kıyma canıma
Sorma yaralarım sızlar
N’olur kıymayın canıma
Hani bu derdime yanam
Yıkık viran kaldı binam
Yolum bekler garip anam
N’olur kıymayın canıma
Ben garibi kimler sora
Düşmemiştim böyle dara
Yetimlerde olmaz para
N’olur kıymayın canıma
Bahtiyar’ım ne yapayım
Kaybolmuş güneşim ayım
İstersen kölen olayım
N’olur kıymayın canıma

Bu sözlerin üzerine Eşkıya Kasım’ın gözlerinden yaşlar döküldü. Bahtiyar’a şöyle bir baktı, gerçekten de bir cana bir başa kalmış, gariban bir çocuktu bu, “yahu, nereden rastladım buna,” diye düşündü. Sonra da babacan bir tavırla, “gel hele delikanlı, senden özür diliyorum,” dedi, “gel, önce şöyle bir karnımızı doyuralım, ondan sonra Allah kerim, bakalım ne yapacağız? Bahtiyar’ın koluna girdi, onu bir mağaraya götürdü. Eşkıya Kasım orada tek başına yaşıyordu, elinde ne yoktu ki, silah doluydu mağara, içerde her çeşit yiyecekten bolca vardı.

Yediler, içtiler, sıra Bahtiyar’dan vaziyet almaya geldi, “yavrum, sen nereye gidiyorsun,” diye sordu Eşkıya Kasım, “daha on beşinde, on altısında bir insan alıp başını nereye gider?” Bahtiyar, başından geçenleri bir bir anlattı ona. Eşkıya Kasım, Bahtiyar’dan vaziyeti aldıktan sonra, şöyle bir düşündü, “Gel, sen bana arkadaş ol,” dedi, “sana silah tutmasını, ok atmasını, dövüşmek için ne gerekiyorsa, her şeyi öğreteceğim. Sonra da gidip Seher’ini seninle beraber alacağız o zalimlerin elinden.”

Bahtiyar ilkin pek inanmadı ona, ama Eşkıya Kasım’ın yanında gerçekten eğitim gördü, silah tutmasını, ok atmasını hakkıyla öğrendi. Dört beş sene sonunda öyle bir hale geldi ki onun gözünden, okundan artık hiçbir kuş kurtulamaz oldu.

Nihayet hesap günü geldi çattı. Bahtiyar’la Eşkıya Kasım yola koyuldular, köye gidiyorlardı. Onlar gidedursunlar, biz haberi kimden verelim, Seher’den.

Seher, Bahtiyar gitti gideli hastalanmış, yatağa düşmüştü; her daim feryat ediyor, Bahtiyar’ın ismini sayıklıyordu, “Bahtiyar’ım, Bahtiyar’ım…” deyip duruyordu. Acaba Bahtiyar öldü mü kaldı mı, Bahtiyar nerede, ne halde, hiçbir bilgisi yoktu. Gelgelelim, Bahtiyar türkü söyler de Seher söyleyemez mi, söyler elbette. Bakalım, Seher aşk acısıyla yataklara düşmüş bir halde, sevdiğine, Bahtiyar’ına ne sesleniyordu:

Bahtiyar’ım ne haldedir Allah’ım
Yarim başucuma geldi mi bilmem
Her saat dakika bakıp ağlarım
Bu ağlayan yüzüm güldü mü bilmem
Gezdiği ova mıdır, dağ mıdır?
Bu genç yaşta siyah saçı ağ mıdır?
Sevdiğim yar ölü müdür sağ mıdır?
Zalim gurbet elde öldü mü bilmem
Aslı’sına yandı kül oldu Kerem
Yalvardım Allah’ım kalmadı çarem
Gelsin Bahtiyar’ım yüzünü görem
Verdiği ikrarda kaldı mı bilmem
Babam kardeşlerim yüreği taştır
Âşıkları aşka yakan bu aşktır
Ya Rab Bahtiyar’ı bana yetiştir
İşte son nefesime geldi mi bilmem

“İşte son nefesime geldi mi bilmem,” diyordu Seher, bilmiyordu ama gerçekten de ölüm döşeğinde yatıyordu, yıllar yılı feryat ede ede öyle bir hastalığa düşmüştü ki…

Biz haberi kimden verelim, Bahtiyar’la Eşkıya Kasım’dan. Bahtiyar’la Eşkıya Kasım atlarıyla geldiler, köyde konuşlandılar, Seher’in kardeşlerini bir bir öldürdüler. Bahtiyar, Seher’i atının terkisine aldı. Sonra da köyü terk ettiler. Bahtiyar’ın, Seher’in halinden hiç haberi yoktu. Köyden çıktıktan sonra Seher, Bahtiyar’a, “bana su ver,” demişti sadece, “ağzıma bir iki damla su ver.” Bir gözenin başına geldiler. İşte orada bir yandan Bahtiyar, bir yandan Eşkıya Kasım başladılar ağlamaya, feryat etmeye… Çünkü Seher gözlerini yummuştu. Biz de öyle aldık, öyle sattık.

hikaye, hikaye oku, hikaye okuma, hikaye okumak, seçme hikayeler, aşk hikayeleri, halk hikayeleri, masal, gerçek hikayeler, hikayeler, aşık hikayeleri, 

Bir cevap yazın