You are currently viewing Sabahattin Ali Hikayelerinden; “Sarhoş”
  • Post comments:0 Yorum

Sabahattin Ali Hikayelerinden; “Sarhoş”

Kanuni Kamil, bahçe sahibinden yevmiyesini aldıktan sonra bir saat kadar daha orada kaldı. Hanende Muhsine adamakıllı sarhoştu, tam balta olacak sıraydı. Zaten Kamil de burnunun ucunu görmüyordu.

Garsonlar yavaş yavaş radyom lambalarını söndürüyorlardı. Bir bekçiyle iki polis, kenardaki salkım söğüdün altına yıkılıp kalan bir kunduracı çırağını kaldırmışlar, dışarı çıkarmaya çalışıyorlardı. Gazino sahibi o tarafa koşup hesap isteyince, sarhoş çırak bir daha yıkılır gibi oldu. Ağzını bir tarafa eğerek anlaşılmaz laflar mırıldandı. Fakat gazinocu pek dolma yutar soyundan değildi. Yakasına yapışıp başından kasketini alınca oğlan ayılır gibi oldu. Pantolon cebinde bir hayli arandıktan sonra parayı verdi, polislerin kolunda, çıkıp gitti.

Gazinocu büfeye döndü. Kamil’le Muhsine büfeden vuran aydınlığa bir masa çekmişler, karşı karşıya oturuyorlardı. Önlerinde ufak bir şişe rakı vardı. Kamil önüne bakıyor, kız kendi kendine hafif şarkılar mırıldanıyor ve sonra durup dururken gülüyordu. Bu, daha ziyade yüz sinirlerinin acayip bir gerilmesine benzeyen bir gülüştü.

Kamil düşünüyordu:

Gazinocu, Muhsine’yi alıp otele kadar götürmeden defolmuyor; ne yapmalı da bu akşam beraber gitmeli? Sonra asıl mühimi: Bizimkini ne yapmalı?.. Geceyarısı sokaklara fırlar, karakolları ayağa kaldırır. Ne şirrettir o… Sıska, sarı yüzüyle karısı gözünün önüne geldi: Şimdi otelde oturmuş, pencereden sokağa bakıyor, beni bekliyordur, diye düşündü. Ürktü ve elini yüzüne götürüp gezdirerek şaşkın bir hareket yaptı.

Bu sırada gazinocu geldi. Muhsine’ye:

-Hadi bakalım! dedi.

Muhsine kalktı. Kamil de beraber… Bahçede yürüdüler. Yollar kumluydu ve gıcırdıyordu. Kamil kolunun altında sıkı tutmaya çalıştığı siyah kılıflı kanununu birkaç defa ağaca çarptı, yıkılacak gibi sallandı.

Yolda beş on adım gittikten sonra bir araba geçti. Gazinocu eliyle işaret etti, araba durdu; evvela Muhsine bindi, gazinocu, kızın arkasından binmek isteyen Kamil’i eliyle iterek içeri atladı ve araba yürüdü.

Kamil yolun ortasında bir müddet sallanıp durarak düşündü. Hemen hemen her akşam bu böyle olduğu için kızdığı falan yoktu. Yalnız, her akşam böyle arabaya ayağını atarken itilip sokakta yalnız kalınca bir müddet düşünmek adetiydi. Sonra sallanarak kendi oteline doğru yürüdü.

Dört katlı otelin en üst penceresinden beyaz bir gölge sarkıyordu.

Kamil ürperdi.

Yukarıdan kısık bir ses bağırdı:

-Çingene!.. Alçak Çingene!.. Bahçe dağılalı bir saat oluyor. Gene o Muhsine dedikleri kaltağın peşindeydin değil mi?

Kamil başını yukarı kaldırdı, muvazenesini kaybederek yere yuvarlanıyordu, kanunu destek gibi kullandı ve ayakta kaldı.

-Ne bağırıyorsun gece yarısı be!.. Hesap görüyorduk…

-Hesap mı? Arabanın peşinde köpek gibi dolaştın, görmedim mi sanıyorsun? Dinsiz, imansız Çingene!..

Yukarıdan doğru ağlayan bir çocuk sesi duyuldu. Kamil okkalı bir küfür savurdu. Fakat kendini tutamadı, yere yuvarlandı. Siyah torbalı kanunu yerden kaldırıp koltuğunun altına sıkıştırırken yukarıda bütün sokağı çınlatan bir feryat koptu.

-Gelme buralara alçak… Sokmam seni içeri… Gelme!..

Beyaz baş içeri çekilmek istedi, fakat hızla çekilirken pencereye çarptı, pencerenin kenarındaki değnek düştü. Ağır çerçeve bütün yüküyle kadının başına indi. Kamil yalnız bir cam şangırtısı işitti.

Merdivenleri hızlı hızlı çıktı, otel hizmetçisi, alışkın olduğu için, fazla ehemmiyet vermedi. Don gömlekle yatağından kalkıp kapıyı açmıştı, tekrar yerine koştu.

Kamil söylene söylene odaya geldi. Kanunu bir duvar kenarına dayadı.

Ortada, karyolanın ayak ucundaki demirle pencere arasında, bir salıncak sallanıyordu.

İki yaşlarında kadar bir çocuk salıncakta oturmuş katılırcasına ağlıyordu.

Kamil cam şangırtısını unuttu. Çocuğun yanına gitti.

-Sus iki gözüm, sus anam babam!-

Salıncağın yanına diz çökerek çocuğu sallamaya başladı, bu sırada yayvan yayvan ninni söylüyor, karmakarışık şeyler mırıldanıyordu:

-Ah o anan olacak karı… Ah… Nereden başıma sardım bu sıska kaltağı… Senin de başının derdi, benim de… Eeee… Uyu bakayım… Hadi uyusana… Ninni… Ninni…- Sonra makamla söylemeye başladı:

-Bir gün İstanbul’a gitsek, niiiinni…

Şu karıyı başımızdan savsak, niiiinni,

O zaman sen de kurtulursun ben de, niiiinni.-

Birdenbire durdu; odadaki sessizlik onu şaşırttı. Karısı bağırmıyor, gelip saçını başını yolmuyordu… Garip bir korkuyla yerinden doğruldu… Odada gözlerini gezdirdi. Çocuk da susmuştu… Karısı hala pencereden dışarı bakıyordu. Kamil bunu görünce kısık bir kahkaha attı:

– Ne bakıyorsun be?..- dedi,

-Ne var dışarda?.. Mahalleyi nasıl ayağa kaldırdığını mı seyrediyorsun?

Yarı kapalı gözlerini açmaya çalışarak bir kahkaha daha attı. Fakat bunu yarıda kesti. Gözleri büsbütün açıldı. Bir adım kadar ilerledi.

Karısı pencerenin önünde diz çökmüş, başı dışarıda, duruyordu. Kamil kırılan ve aşağı düşen camın farkına varmadı. Fakat yerde biriken kanları gördü. Bu kanlar pencerenin kenarından başlıyor ve duvarda bir nehir gibi kıvrıntılar yaparak iniyordu. Kamil hiç sesini çıkarmadı; yavaş yavaş geri çekildi, içinde kirli çamaşırlar bulunan bir sepetin üstüne oturarak o tarafa doğru uzun uzun baktı… Sabaha kadar öyle oturdu ve baktı…

(Sabahattin Ali, 1933)

Sabahattin Ali Hakkında

25 Şubat 1907’de bugün Bulgaristan sınırları içinde kalan Gümülcine kazası Eğridere köyünde dünyaya gelen sanatçı; ilköğrenimini Üsküdar, Çanakkale ve Edremit’te tamamlamış; Balıkesir’de sürdürdüğü öğrenim hayatını İstanbul Muallim Mektebi’nde bitirmiştir. Yurdun çeşitli yerlerinde öğretmenlik yapmış; çevirmen, öğretmen ve dramaturg olarak çalışacağı Devlet Konservatuvarına atanmıştır. Çeşitli dergi ve gazetelerde yazılar yazan Sabahattin Ali, 1946’da Aziz Nesin ile birlikte Marko Paşa dergisini çıkarmıştır.

Sabahattin Ali, 1 Nisan 1948 tarihinde hayata gözlerini yumdu.

Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı’nın önde gelen öykü ve roman yazarlarından biri olan Sabahattin Ali; köy, kasaba ve kent gerçeklerini ilk defa toplumcu gerçekçi ve gözlemci bir anlayışla eserlerinde yansıtmıştır. O’na göre edebiyatın amacı insanlarda daha iyiye daha güzele yükselmek arzusu uyandırmak olmalıdır. Roman ve hikayelerinin teması köy, kasaba, kent insanlarının gündelik yaşamıyla yakından ilgilidir. O, romanlarındaki insanların bireysel yaşamlarını ardındaki toplumsal sorunlarla ilgilenmektedir. Okuyucuyu bu sorunlar üzerinde düşünmeye yöneltir.

  • Edebi hayatına şiirle başlamış, daha sonra roman ve hikâyeler yazmıştır.
  • Yazdığı şiirler hece ölçüsüyle ve halk şiiri etkisindedir.
  • Yazdığı roman ve hikâyelerinin konularını Anadolu halkının ve Anadolu köylüsünün yaşamından, toplumsal eşitsizliklerden almış, eserlerinde aydınların köylüleri küçümsemelerini eleştirmiştir.
  • Tasvirci yönü kuvvetli olan Sabahattin Ali, ilk hikâyelerinde dış gözlemlerin etkisinde kalmış, sonraki yazdıklarında ise toplumsal gerçekçiliğe yönelmiştir.
  • Hikâye ve romanlarında canlı, güzel bir dil ve etkileyici bir üslup kullanan yazar, karamsar bir yapıda değil iyimser bir anlayışla eserlerini kaleme almıştır. Köylü ve Anadolu insanı onun kaleminde sefil, düşkün, karamsar değil; dost canlısı, folklor zengini, iyiyi arayan olarak karşımıza çıkar.
  • Eserlerinde realist ve natüralist akımların etkisi görülmektedir.
  • Son yıllarında mizahı da denemiş, sembolik hicivli masallar yazmış ancak hikâye ve romanları kadar başarılı olamamıştır.
  • Toplumsal gerçekçiliğin ilk başarılı örneklerinden sayılan “Kuyucaklı Yusuf”, Sabahattin Ali’nin en tanınmış eseridir.

Kısacası;

  • Hikâyeciliğe gerçekçi ve toplumcu bir anlayış getirmiştir.
  • Köy ve kasaba öykücüsü olarak nitelendirilir.
  • Maupassant (olay) hikâye anlayışını sürdürmüştür.
  • Çevre betimlemelerinde ve psikolojik çözümlemelerde oldukça başarılıdır.
  • Anadolu gerçeğine daha önceki yazarlar gibi, bir bürokrat aydın gözüyle bakmamıştır. Edebiyatımızda köye ve köylüye en büyük ilgiyi ilkin o göstermiştir. Ezilen insanların acılarını ve sömürülüşünü işlemiştir.
  • İlk romanı olan “Kuyucaklı Yusuf”, toplumcu gerçekçi Türk edebiyatının ilk başarılı örneğidir. Yusuf’un şahsi hayatında Anadolu’daki toplumsal gerçeklik üzerine tutulmuş bir ayna gibidir.
  • Otobiyografik karakterli romanı “İçimizdeki Şeytan”da doğruyu bildiği halde savunmaktan korkan bir aydının, Ömer’in yalnızlığını, kararsızlığını, kendini bulma sürecindeki bunalımlarını iç çatışmalarını ele alır.
  • Anı biçiminde yazılan “Kürk Mantolu Madonna”da uygarlık çatışması içinde bulunan aydının çelişkilerini iç konuşma, bilinç akışı gibi tekniklerle ele alır.

Eserleri

  • Şiir: Dağlar ve Rüzgâr, Kurbağaların Serenadı, Bütün Şiirleri (Leylim Ley ve Aldırma Gönül şiirleri bestelenmiştir)
  • Roman: Kuyucaklı Yusuf, İçimizdeki Şeytan, Kürk Mantolu Madonna
  • Öykü: DeğirmenKağnıSesYeni DünyaSırça Köşk
  • Oyun: Esirler

Bir cevap yazın