(1884-1920 ) Ömer Seyfettin, Türk edebiyatında seçkin bir yer kazanmış olan hikaye yazarıdır. Hikâyelerinde milli bilinci uyandırma ve güçlendirme amacı taşımıştır. Kısa cümlelere dayanan okurun dikkat ve heyecanını canlı tutan bir anlatımı vardır.
Hikâyelerinde menkıbe, efsane, destan, halk fıkraları ve tarihten yararlanmıştır. Öyküleri çoğunlukla beklenmedik sürpriz bir sonla biter. Milli Edebiyat akımının öncü kişilerinden olan Ömer Seyfettin’in birbirinden güzel hikayelerini bu kategoride bulabilirsiniz.

Ömer Seyfettin Hikayeleri: “Teke Tek”

Ömer Seyfettin Hikayeleri: “Teke Tek”

Eski Kahramanlar

“…Türkler az söyler, çok yaparlar.”
Maktul İbrahim Paşa

Bosna Beyiyle Semendire Beyinin askerleri işte kaç haftadır “Yayçe”‘yi sarmışlar, kumandanlarının gelmesini bekliyorlardı. Dinmez yağmurların, çılgın fırtınaların döve döve yosunlattığı tekir duvarlı büyük kale kuvvetine emindi. Ne kapısında, ne bedenlerinde kimse görünmüyordu. Burçlarında sallanan bayraklar olmasa bomboş bir kaya yığını sanılacaktı. (daha&helliip;)

0 Yorum

Hikaye Sitemize Arama Yaparak Ulaşabilmek İçin

Hikaye Sitemize Arama Yaparak Ulaşabilmek İçin

https://degarado.com/ hikaye okuma sitemizin kaliteli hikayelerine ulaşmak için hikaye araması yaparak ulaşabilirsiniz. Hikaye araması yaparken aşağıda verilen bazı hikaye etiketlerini kullanabilirsiniz. Bu hikaye arama etiketleri ile sitemizde bulunan en güzel hikayelere kolayca ulaşabilirsiniz.

Bazı hikaye etiketleri,

hikaye, hikaye oku, hikaye yaz, hikaye okumak, hikayeler, hikayelerimiz, hikayelerimizden, hikaye arşivleri, hikaye içerikleri, öykü, öykü oku, öykü arşivleri, öykü içerikleri, masal, masal oku, masal okumak, masal yaz, masal arşivleri, masal içerikleri, ahlaki hikayeler, düşündürücü hikayeler, en güzel hikayeler, (daha&helliip;)

0 Yorum

Ömer Seyfettin Hikayeleri: “Keramet”

Ömer Seyfettin Hikayeleri:

“Keramet”

Yangın yarım saatten beri devam ediyordu. Fakat mahallenin ahalisi iki ev sonra söneceğine inanıyorlardı. Çünkü bir değerli kişinin türbesi vardı. Mümkün değil, o tutuşmazdı! Şiddetli bir kıble rüzgarı esiyor, alevleri, kıvılcımları saçan tahta parçalarını, türbenin üzerine altındaki evlerin çatılarına fırlatıyordu. İtfaiye bölüğü, tulumbalar son gayretlerini sarf ediyorlardı. Polisler etrafı ablukaya almışlar, kaçırılan eşyanın yağmasına meydan vermiyorlardı. Çiroz Ahmet etrafına bir göz gezdirdi. Bu kaşarlanmış bir külhanbeyi idi. Onca yangın demek vurgun demekti. Ama mahalle çok fakirdi. Biliyordu ki, şu yanan zavallı kulübeciklerin içinde yatak yorgandan başka bir şey yoktu. Halbuki vurgunda adet “yükte hafif, pahada ağır şeyler”i bulmaktı. Allah belasını versin! Faydasız yangın! diye başını salladı. Ahali türbenin önüne toplanmıştı. (daha&helliip;)

0 Yorum

Ömer Seyfettin Hikayelerinden; “Keramet”,

Ömer Seyfettin Hikayeleri: “Keramet”

Hikaye Oku: Yangın yarım saatten beri devam ediyordu. Fakat mahallenin ahalisi iki ev sonra söneceğine inanıyorlardı. Çünkü bir değerli kişinin türbesi vardı. Mümkün değil, o tutuşmazdı! Şiddetli bir kıble rüzgarı esiyor, alevleri, kıvılcımları saçan tahta parçalarını, türbenin üzerine altındaki evlerin çatılarına fırlatıyordu. İtfaiye bölüğü, tulumbalar son gayretlerini sarf ediyorlardı. Polisler etrafı ablukaya almışlar, kaçırılan eşyanın yağmasına meydan vermiyorlardı. (daha&helliip;)

0 Yorum

Ömer Seyfettin Hikayeleri: “Başını Vermeyen Şehit” 

Ömer Seyfettin Hikayeleri:

“Başını Vermeyen Şehit” 

Yarın arifeydi. Öbür günkü bayram için hazırlanan beyaz kurbanlar, küçük Grigal palankasının etrafında otluyorlardı. Karşıda… Yarım mil ötede Toygun Paşa’nın son kuşatmasından çılgın kışın hiddeti sayesinde kurtulan Zigetvar Kalesi, sönmüş bir yanardağ gibi, simsiyah duruyordu. Hava bozuktu. Ufku, küflü demir renginde, ağır bulut yığınları eziyor, sürü sürü geçen kargalar tam hisarın üstünden uçarken sanki gizli bir kara haber götürüyorlarmış gibi, acı acı bağırıyorlardı. (daha&helliip;)

0 Yorum

Ömer Seyfettin Hikayeleri: “Ferman”

Ömer Seyfettin Hikayeleri:

“Ferman”

Hikaye Oku; Sanki bir tufandı. Gök delinmiş gibi aralıksız yağmur yağıyor ve bütün ordu Semlin’e doğru sel, çamur, sis ve bora içinde ilerliyordu. Belgrad – Şabaç yolu çökmüştü. Karanlık ormanlara, sarp yokuşlara, uçurumlu dağlara alışkın olmayan yük develeri, yedekçileriyle birlikte kaybolmuşlardı. Subaylar bağırıyor, boru sesleri işitiliyor, atlar kişniyordu. Hatta padişahın otağı bile ortada yoktu. Bu kısa yol, üç gündür bitip tükenmiyordu. Konak yerine, yalnız sadrâzamın çadırı kurulabilmişti. Padişah saltanat arabasının penceresinden kendi otağını göremeyince, çevresindeki, ıslanmış, allı yeşilli, sırmalı giysileriyle gözleri kamaştıran iri ve çevik koruyucularına: (daha&helliip;)

0 Yorum

Ömer Seyfettin Hikayeleri: “Aşk ve Ayak Parmakları”

Ömer Seyfettin Hikayeleri:

“Aşk ve Ayak Parmakları”

Âsıme Hanımefendi’den Hasan’a Mektup;

Evvela beni sen sevdin, yalvardın, yakardın, benim aşkım âdeta senin galeyanına sönük bir cevaptı. Sonunda beni aldın. Ben zengindim. Atım, arabam vardı. Bütün bugünün gençleri beni istiyorlardı. Herkesin isteğine sen nail oldun. Mesuttun. Ben sana sadıktım. Sonra nasıl oldu, birdenbire döndün. Benden soğudun. Beni görmekten kaçtın, yine sonunda beni boşadın… (daha&helliip;)

0 Yorum

Ömer Seyfettin Hikayeleri: “Kaşağı”

Ömer Seyfettin Hikayeleri: “Kaşağı”

Kardeşimle ahırın avlusunda oynarken aşağıda, gümüş söğütler altında görünmeyen derenin hüzünlü şırıltısını işitirdik. Evimiz iç çitin büyük kestane ağaçları arkasında kaybolmuş gibiydi. Annem, İstanbul’a gittiği için benden bir yaş küçük olan kardeşim Hasan’la artık Dadaruh’un yanından hiç ayrılmıyorduk. Bu, babamın seyisi, yaşlı bir adamdı. Sabahleyin erkenden ahıra koşuyorduk. En sevdiğimiz şey atlardı. Dadaruh’la birlikte onları suya götürmek, çıplak sırtlarına binmek, ne doyulmaz bir zevkti. Hasan korkar, yalnız binemezdi. Dadaruh onu kendi önüne alırdı. Torbalara arpa koymak, yemliklere ot doldurmak, gübreleri kaldırmak eğlenceli bir oyundan daha çok hoşumuza gidiyordu. Hele tımar. Bu en zevkli şeydi. Dadaruh eline kaşağıyı alıp işe başladı mı, tıkı… tık… tıkı… tık… tıpkı bir saat gibi… yerimde duramaz,
– Ben de yapacağım! diye tuttururdum. (daha&helliip;)

0 Yorum

Ömer Seyfettin Hikayeleri: “Forsa”

Ömer Seyfettin Hikayeleri:

“Forsa”

Yuvası sonsuz ufuklara bakan küçük tepe, minimini bir çiçek ormanı gibiydi. İlkbaharın tatlı ince, uzun dallı badem ağaçlarının alaca gölgeleri sahile inen keçiyoluna düşüyor, ilkbaharın tatlı rüzgârıyla sarhoş olan martılar, çılgın naralarla havayı çınlatıyorlardı. Badem bahçesinin yanı geniş bir bağdı.

Beyaz taşlardan yapılmış kısa bir duvarın ötesindeki zeytinlik, ta vadiye kadar iniyordu. Bağın ortasındaki viran kulübenin kapısız methalinden bir ihtiyar çıktı. Saçı sakalı bembeyazdı. Kamburunu düzeltmek istiyormuş gibi gerindi. Elleri, ayakları titriyordu. Gök kadar boş, gök kadar sakin duran denize baktı, baktı.

– Hayırdır inşallah! dedi. (daha&helliip;)

0 Yorum

Ömer Seyfettin Hikayeleri: “Primo Türk Çocuğu”

Ömer Seyfettin Hikayeleri: “Primo Türk Çocuğu”

Serin ve karanlık Eylül gecesinin yıldızsız seması altında Selanik, sanki gündüzkü heyecanlardan, gürültülerden yorulmuş gibi, baygın ve sakin uyumaktadır. Rıhtım tenhadır. Olimpos Palas’ın, Kristal’in, Splandit Palas’ın, diğer küçük gazinoların lambaları çoktan sönmüştür. Tramvay yolunu tamir için yığılmış parke taşlarının ilersinde, denize inen küçük merdivenin başında, hareketsiz bir gölge dimdik durmaktadır. (daha&helliip;)

0 Yorum

Ömer Seyfettin Hikayeleri: “Kütük”

Ömer Seyfettin Hikayeleri: “Kütük”

Alacakaranlık içinde sivri, siyah bir kayanın belli belirsiz hayali gibi yükselen Şalgo Burcu uyanıktı. Vakit vakit inlettiği trampete, boru seslerini akşamın hafif rüzgârı derin bir uğultu halinde her tarafa yayıyor… Kederli bağırışmalarıyla ölümü hatırlatan küfürbaz karga sürüleri, bulutlu havanın donuk hüznünü daha beter artırıyordu. (daha&helliip;)

0 Yorum

Ömer Seyfettin Hikayeleri: “Perili Köşk”

Ömer Seyfettin Hikayeleri:

“Perili Köşk”

Sermet Bey  döndü,  arkasındaki  bekçiye:
– İşte  bir  boş  köşk  daha…  dedi.

Küçük  bir  çam  ormanının  önünde  beyaz,  şık  bir  bina,  mermerdenmiş  gibi  göz kamaştıracak  derecede  parlıyordu.  Tarhlarını  yabanî  otlar  bürümüş.  Bahçesinin  demir  kapısında  büyük  bir  “Kiralıktır”  levhası  asılıydı.  Bekçi  başını  salladı: (daha&helliip;)

0 Yorum

İçeriğin sonu

Yüklenecek başka sayfa yok