You are currently viewing Guy De Maupassant Hikayelerinden “Drahoma”
  • Post comments:0 Yorum

Guy De Maupassant Hikayelerinden “Drahoma”

Hikaye Oku; Metr Simon Labrument’nin Madmazel Jeanne Cordi-er ile evlenmesine hiç kimse hayret etmemişti. Metr Leb-rument, metr Papillon’un noterlik dairesini satın almıştı ki, bu satın alma bedelini ödemek için paraya lüzum oluyor ve Madmazed Jeanne Cordier’nin de banknot vehamiline muharrer esham olarak üç yüz bin franklık bir serveti bulunuyordu.

 Metr Lebrument, güzel bir çocuk, şık bir delikanlı, şık bir noter, şık bir taşralı ve nihayet Boutigny – le – Rebours’ da seyrek görülen şık bir kimse idi.

Madmazel Cordier ise, güzellik ve tazeliğe sahip, güzelliği biraz yavan, tazeliği biraz darbeder bir kimse; fakat ne de olsa, arzu edilen, hoşa giden güzel bir kızdı. Evlenme merasimi bütün Boutigny’yi altüst etmişti.

Bir kaç gün baş başa kaldıktan sonra, Paris’te sadece küçük bir seyahat yapmağa karar vererek, saadetlerini gizlemek suretiyle evlerine kapanan yeni evlilere herkes hayran kalmıştı. Bu baş başa kalış, çok hoş olmuştu. Metr Lebrument, evlilik hayatının ilk anlarında, karısına karşı gayet nazik, gayet mültefit ve dikkate şayan derecede anlayış sahibi bir koca gibi hareket etmişti. Onun bir düstur olarak kabul ettiği bir söz var ki, o söz de şu idi:

 “Beklemesini bilen muradına erer.”

Hakikaten sabırlı ve enerjik olmayı bilmiş ve elde ettiği muvaffakiyet de süratli ve mükemmel olmuştu.

 Aradan dört gün geçmiş, Madam Lebrument, kocasını taparcasına sevmeğe başlamıştı. Ondan hiç ayrılmıyordu.

…..

 Metr Lebrument, birinci hafta geçtikten sonra, hayat arkadaşına şöyle bir teklifte bulundu:

 — Eğer istersen, gelecek salı Paris’e gideriz. Evlenmemiş aşıklar gibi yaparız; lokantalara, tiyatrolara, çalgılı kahvelere, her tarafa, her tarafa gideriz.

 Genç kadın zıp zıp sıçrıyordu:

 — Evet, tabii!.. Gidelim!… Mümkün olduğu kadar çabuk gidelim.

 Adam devam etti:

 — Ve sonra, unutmamak lâzım, drahomanı hazır bulundurmasını babana haber ver. Yanımda götüreceğim ve bu seyahat vesilesiyle de Metr Papillon’un parasını ödeyeceğim.

 Yarın sabah söylerim.

Bunun üzerine genç adam, sekiz günden beri devam eden ve sevgili karısının pek sevdiği, pek hoşlandığı o küçük aşk oyunlarına tekrar başlamak üzere onu kolları arasına almıştı.

 Salı günü, kayınpederle kayınvalide, başkente gitmek üzere yola çıkan kızlarıyla damatlarını uğurlamak üzere gara kadar gelmişlerdi.

 Kayınpeder:

 — Bu kadar büyük parayı portföyünüzde taşımanızın bir tedbirsizlik olduğuna yemin ederim, diyordu.

 Genç noter gülümsüyordu:

 — Hiç bir endişeniz olmasın, babacığım; ben bu gibi işlere alışkanım. Şunu bilmenizi rica edeceğim ki, meslek icabı bâzen üzerimde bir milyona yakın bir parayı taşımışımdır. Hiç olmazsa, bu suretle bir sürü formalitelerden, ‘uzun süren gecikmelerden kurtulmuş oluyoruz. Siz, hiç merak etmeyiniz.

 Gar memuru bağırıyordu:

 — Paris yolcuları vagonlara!

 Genç karı koca, içinde iki yaşlı bayanın oturmakta olduğu vagona alelacele girdiler. Lebrument, karının kulağına fısıldadı: ,

 — Sıkıcı bir hal bu, sigara içemeyeceğim. Genç kadın, kısık bir sesle cevap verdi:

 —Benim de canımı sıkıyor bu hal; fakat benim bu sıkıntım, senin sigara içememenden dolayı değil.

 Trenin düdüğü öttü ve katar hareket etti. Yolculuk bir saat kadar sürdü; bu bir saat zarfında, yeni evliler biri birlerine öyle fazla bir şey söylemediler. Zaten söyleyemezlerdi; çünkü, iki yaşlı kadın hiç uyuklamıyorlardı.

 Saint-Lazare garının geniş peronuna girdikleri vakit, Metr Lebrument, karısına:

 — İstersen, evvelâ gidip bulvarda bir yemek yeriz, sevgilim, dedi. Sonra, otele gitmek için buraya bavulumuzu almaya geliriz.

 Genç kadın, teklife derhal razı oldu.

 — Pek tabii, lokantada yemek yiyelim. Uzak mı lokanta?

 — Evet, biraz uzaktır; fakat omnibüse bineriz.

 Kadın şaşırdı:

 — Arabaya neden binmiyoruz?

 Kocası, gülümseyerek sözde çıkışır gibi bir tavır takındı:

 — Senin tutumluluğun bu mu? Beş dakikalık bir yol için bir araba tuttun mu, o arabanın dakikası altı “su” ya gelir. Yazık değil mi?

 Genç kadın, biraz mahcup olmuş gibi:

 — Doğru, diye cevap verdi.

 Üç atın çektiği büyük bir omnibüs geçiyordu. Lebrument seslendi:

 — Kondüktör! Hey, kondüktör!

 Araba durdu. Genç noter, karısını içeriye doğru iterek:

 — Sen gir içeri, dedi. Ben, yukarıya çıkacağım. Yemekten evvel bir sigara içmek istiyorum.

 Kadının cevap vermesine vakit kalmadan, kondüktör onu kolundan tutarak, basamaktan yukarıya çıkmasına yardım etti. Kadın, arabanın içine alelacele girerek, şaşkın bir halde bir kanepe üzerine çöktü ve arabanın arka tarafındaki pencereden, kocasının yukarı kısma çıkmak için merdiven basamaklarını aşan ayaklarını gördü.

 Genç kadın, pipo gibi kokan iri yarı bir bayla köpek gibi kokan yaşlı bir bayan arasında, bir tarafa kıpırdayamaksızın sıkışıp kalmıştı.

 Diğer bütün yolcular, sessiz bir vaziyette olarak sıralanmışlardı. Bu yolcular arasında bir bakkal çırağı, bir işçi kadın, bir piyade çavuşu, başında iri kenarları su oluğunu andıran bir ipek şapka bulunan altın gözlüklü bir bay, hal ve tavırlarıyla:

“Biz burada bulunuyoruz ama, daha iyi arabalara lâyık kimseleriz.” der gibi görünen mağrur ve mızmız edalı iki bayan, gayet gudubet iki kız kardeş, saçları uzun bir kız çocuğu ve bir canlı cenaze gibi kimseler bulunuyordu ki, bir karikatür koleksiyonunu teşkil eden bütün bu insanlar, hakikaten, çok komik bir manzara arz ediyorlardı.

Araba sarsıldıkça, yolcuların da başları sarsılıyor, biri birine çarpıyor ve tekerleklerin hareketi onları adeta sersemleştiriyordu.

 Genç kadın, cansız gibi duruyor ve kendi kendine:

 — Benimle ne diye gelmedi? diyordu.

 Muhakkak ki, derin bir üzüntünün tazyikinde bulunuyordu. Kocası, o sigarayı bir bırakmış olsa, herhalde çok iyi yapmış olacaktı.

 ikiz kız kardeş, kondüktöre işaret vererek arabayı durdurdular ve birbiri arkasından olmak üzere dışarı çıktılar.

 Tekrar hareket edildi, tekrar duruldu. Yüzü al al olmuş, göğsü nefes nefese bir hal almış olan bir aşçı kadın arabaya bindi. Kadın oturdu ve dizleri üzerine zerzevat sepetini koydu. O sırada, bütün omnibüs içine keskin bir bulaşık kokusu yayıldı.

Jeanne düşünüyordu:

 “Zannettiğimden de çok uzakmış!”

Canlı cenaze arabadan indi ve onun yerine, omnibüs içine tamamen bir ahır havası getiren bir arabacı geçti. Saçı uzun kızcağız da, yerini, ayaklarından çok kuvvetli bir rayiha yayılan bir hamala terk etti.

 Bayan noter kendini pek rahatsız hissediyor ve sebebinin ne olduğunu bilemeksizin, nerede ise ağlamağa hazır bir vaziyette bulunuyordu.

 Yolcuların bir kısmı iniyor, başkaları biniyordu. Omnibüs, o hiç bitmek tükenmek bilmez sokaklardan geçiyor, istasyonlarda duruyor, tekrar yoluna devam ediyordu. Jeanne, kendi kendine:

 “Ne kadar da uzakmış! diyordu. Sakın, dalgınlıkla uyuyup kalmış olmasın! Zaten bir kaç günden beri pek yorgundu.”

Araba içindeki yolcular, birer birer iniyorlardı. Genç kadın, yalnız, yapa yalnız kalmıştı. Kondüktör bağırdı:

— Vaugirard!

 Adam, genç kadının yerinden kıpırdamadığını görünce:

 — Vaugirard! diye tekrarladı.

 Jeanne, araba içinde hiç kimsenin kalmamış olduğuna göre, bu seslenişin kendisine olduğunu anlayarak, adama baktı.

 Kondüktör, üçüncü defa olarak:

 — Vaugirard! dedi. Bunun üzerine, genç kadın:

 — Neredeyiz? diye sordu. Kondüktör, kaba bir tavırla:

 — Vaugirard’dayız, dedi. Yirmi defadır bağırıp duruyorum.

 — Bulvardan uzak mı?

 — Hangi bulvar?

 — Boulvard des İtaliens.

 — Geceli çok oldu.

 — Kocama lütfen haber verir misiniz?

 — Kocanız mı? Nerede kendisi?

 — Yukarıda.

 — Yukarıda mı? Hiç kimse kalmadı ki yukarıda. Kadın, dehşete düşmüş gibi bir hareket yaptı.

 — Nasıl olur? Mümkün değil bu. Benimle beraber bindi. İyi bakınız rica ederim; orada olması lâzım!

 Kondüktör kabalaşmağa başlamıştı:

 — Haydi, yavrum, fazla konuştuk galiba. Biri gider, on tanesi gelir. Haydi canım, aldırış etmeyiniz, sokakta bir başkasını bulursunuz.

 Genç kadının gözlerinden yaşlar boşanmağa başlamıştı. Israrla:

 — Fakat, yanılıyorsunuz, Mösyö, sizi temin ederim ki yanılıyorsunuz. Koltuğunun altında iri bir çanta var.

 Kondüktör gülmeğe başladı:

 — İri bir çanta. Ha evet, hatırladım, Madeleine’de indi. Sizi bırakmış işte!

Araba durmuştu. Kadın indi; gayrı iradî bir hareketle omnibüs üst kısmına baktı. Kimsecikler yoktu.

 Bunun üzerine genç kadın ağlamağa başladı. Kendisine dikkat edenlere hiç aldırış etmeksizin, yüksek sesle:

 — Ne olacağım ben pimdi? dedi. Omnibüs bürosunun enspektörü yaklaştı:

 — Ne var, ne oluyor?

 Kondüktör, müstehzi bir tavırla cevap verdi:

 — Efendim, bu bayanı kocası yolda bıraktı da. Enspektör:

 — Pekâlâ, anlaşıldı, haydi vazifenizin başına dönünüz, dedi. Ve kondüktör, çekilip gitti.

Genç kadın, korkmuş, başına gelen şeyin ne olduğunu dahi anlıyamayacak kadar şaşkınlaşmış bir halde ileriye doğru yürüyordu. Fakat, nereye gidiyordu? Ne yapacaktı? Kocasına ne olmuştu? Böyle bir yanlışlık, böyle bir unutkanlık, böyle bir patavatsızlık, böyle bir dalgınlık nasıl olurdu? Buna nasıl inanılırdı?

 Cebinde iki frangı vardı. Kime baş vurabilir, kimden yardım isteyebilirdi?

Tam bu sırada, bahriye bakanlığı bürosunda şef muavini olan amcazadesi Barraî aklına geldi. Cebindeki para bir fayton ücretini ödemeye müsaitti. Nitekim, arabaya binerek, Barral’m evine gitti. Adamı, bakanlığa gitmek üzere evden çıkarken yakaladı. Onun da, Lebrument gibi, koltuğu altında iri bir çanta bulunuyordu.

 Arabasından hemen atlayarak:

 — Henry! diye bağırdı. Adam durdu ve şaşırmış gibi :

 — Jeanne? dedi. Siz burada? Yalnız başınıza? Ne arıyorsunuz burada, nereden geliyorsunuz? Gözleri yaşlarla dolu olan kadın kekeler gibi:

 — Kocam biraz evvel kayboldu, dedi.

 — Kayıp mı oldu? Nerede?

 — Bir omnibüsün üstünde.

 — Bir omnibüsün üstünde mi? Yaa!

 Genç kadın, başına geleni ağlaya ağlaya anlattı. Adam, onu dinliyor, bir taraftan da düşünüyordu.

Sordu:

 — Bu sabah, hali sakin mi idi?

 — Evet.

 — Üzerinde çok para var mıydı?

 — Vardı. Drahomam üzerinde idi.

 — Drahomanız mı? Hepsi mi?

 — Evet, hepsi… Satın alınan o noterlik dairesi bedelini ödemek için…

 — O halde, sevgili kuzenim, kocanız, şimdi, şu saatte, Belçika’da olmalıdır herhalde.

 Genç kadın, bu sözün ne demek olduğunu henüz anlı-yamıyordu. Dili peltekleşerek:

 — Ne dediniz?… Ne olmuş kocam? diye soruyordu.

 — Yani demek istiyorum ki, paranızı alıp götürmüş ve mesele de bundan ibaret.

 Genç kadın, ayakta dururken boğulacakmış gibi oluyor, mırıldanıyordu:

 — O halde… O halde sefilin biri imiş!

Heyacanına hâkim olamayan kadın, hıçkıra hıçkıra ağlayarak, amcazadesinin göğsü üzerine doğru sendeledi.

Adam, sokaktan geçmekte olan kimselerin kendilerine bakmak için durduklarını görünce, genç kadını hafifçe itti ve onu yavaş yavaş evinin kapısına kadar götürdü. Belinden tutarak, merdiveni çıkmasına yardım etti ve şaşkın bir vaziyette kapıyı açan hizmetçisine emir verdi:

 — Sophie, hemen restorana gidip iki kişilik yemek söyleyiniz. Ben, bu gün, bakanlığa gitmeyeceğim.

Guy De Maupassant

Guy de Maupassant Hakkında

Henri Rene Albert Guy de Maupassant, 5 Ağustos 1850 yılında Fransa’da doğdu. 6 Temmuz 1893’te Paris’te öldü. Oldukça asil bir ailesi vardı.

Naturalizm edebiyat akımına bağlı Fransız hikaye ve roman yazarıdır.  Küçük öykü ve hikaye türünün en önemli sanatçılarından ve Fransa’nın en büyüklerindendir. Kısa süren hayatında Fransız edebiyatınin, hikaye dalında en güzel örneklerini vermiştir. Öykülerinde “olay” öğesine büyük önem vermiş, öyküye “Maupassant tarzı’nı getirmiştir.

Eserlerinde Realizmin ve Natüralizmin etkileri görülür ve her sınıftan insan mevcuttur. Bir yandan kırsal bir yaşam süren köylüyü anlatan yazar, bir yandan bürokrasi içinde bocalayan bir memura yer vermektedir. Bunun yanı sıra Maupassantın göze çarpan en önemli özelliği sade bir anlatım özelliğine sahip olmasıdır. İnsanları, toplumda var oldukları özellikler çerçevesinde elen alan Maupassant, bireyleri yaşam alanları ile vererek de Doğacılık/Natüralizm akımına uygunluğunu ifşa etmiştir. Öykü ve romanlarının yanı sıra Maupassant, tiyatro oyunları ve eleştirileriyle de önemli bir yazar profili çizmektedir.

Modern bir eğitim almasına karşın, çevresiyle iyi bir iletişim kurmakta zorIanır. Asosyal bir kişiliği olan Maupassant, günden güne psikolojik sorunlar yaşamaya başlar. Sonunda genç yaşta ölür. Flaubert’ten yakın ilgi görür. Bunda Flaubert’in hem yeğeni hem yakın dostu olmasının etkisi vardır. Zola, Daudet gibi yazarlarla tanışır. Naturalist yazarlar grubuna katılır.

Maupassant, genç yaşta ölmesine karşın üç yüz kadar hikaye, üç de roman yazmıştır. Kendi sinir krizlerini bile hikayeleştirme başarısını gösteren bir yazardır. Alışılmış, sıradan konuları, alışılmamış sıradışı bir biçimde anlatması üslubunun en belirgin özelliğidir. Üslubu sade, süssüz ve açıktır. Maupassant, olay ağırlıkIı hikayeler yazmıştır. Hatta olaya dayalı hikaye türünün niteliklerini belirlemiş, bu türün kurucusu sayılmıştır. Eserlerinde kendi hayatının sıkıntılı yönlerini, insanların bencilliklerini, eksik ve kusurlarını karamsar bir bakış açısıyla anlatır. Usta hikayeci, iki yüzün üzerinde hikaye yazmıştır.  Türk edebiyatında Ömer Seyfettin’in öykülerinde, Maupassant’ın etkilerini görmek mümkündür.

Aşırı çalışma, düzensiz yaşam ve kullandığı uyuşturucular nedeniyle 1884’ten sonra giderek yıpranan sinirleri, sağlığını ciddi biçimde tehdit etmeye başlamıştı. Sinir bozukluğu yavaş yavaş deliliğe dönüştü. 1 Ocak 1892’de Cannes’da kendini öldürmeye kalkıştı. Paris’te bir tımarhaneye kapatıldı. On sekiz ay sinir krizleri içinde çırpındıktan sonra bilincini tümüyle yitirmiş olarak öldü.

Bir cevap yazın