You are currently viewing Mesnevi’den Hikayeler; “Nefsinin Tuzağına Düşen Aslan”
  • Post comments:0 Yorum

Mesnevi’den Hikayeler; “Nefsinin Tuzağına Düşen Aslan”

Çok büyük bir ormanda, azılı bir aslan yaşıyor; bütün hayvanlar ondan çok korkuyordu. Böyle yaşamaktansa bir çare aradılar; düşünüp taşındılar, aralarında bir kurul seçerek aslana gönderdiler:

“Ey ormanların şâhı aslan, her gün içimizden birini yakalıyor, yiyorsun. Buna bir diyeceğimiz yok. Ama bunun için sıkıntıya girmek niye? Sen tahtında otur. Biz sana her gün içimizden birini yollarız, sen de rahatça yersin. Böylece biz de huzur içinde ömrümüzü geçiririz,” dediler.

Bu sözler aslanın hoşuna gitti, kabul etti. Artık her sabah bir hayvan, aslana teslim ediliyordu. Derken sıra tavşana geldi.

Hayvanlar, “Eh ne yapalım… kısmet böyle! Çoğumuzun rahatı için, birimizin ölmesi gerek. Haydi, vakit geçirmeden yola düş de aslanı kızdırmayalım,” dedilerse de, tavşan işi ağır alıp aldırmadı. Hayvanlar telaşlandılar. Sonunda, yalvara yakara tavşanın yola düşmesini sağladılar.

Tavşan kayıtsız, seke oynaya aslanın karşısına geldi; ama vakit de epey ilerlemişti.

Açlıktan ateş püsküren aslan kükredi:

“Nerde kaldın? Neden geciktin!”

Tavşan, yapmacık bir telaşla terini silip boynunu büktü:

“Aman efendim, ben saygıda kusur etmedim. Sabah erkenden yola çıktım, ama başka bir aslan yolumu kesti. Ondan kurtuluncaya kadar neler çektiğimi bilemezsiniz,” dedi.

Aslanın öfkesi büsbütün başına vurdu:

“Kim bu küstah? Bu ormanda yalnız benim hükmüm geçer. Kimmiş o, çabuk söyle?”

Tavşan durumdan memnundu; hep öteki aslanı övüyordu. Onun başka bir aslanı övmesi, aslanın gururunu incitti, artık dayanamadı:

“Düş önüme, göster şu alçağı!” dedi.

Yola düştüler. Tavşan aslanı bir kuyunun başına getirdi:

“İşte sultanım, bu kuyunun içinde… Bakınız nasıl da kurulmuş!”

Aslan hırsla kuyunun içine baktı; kuyuda kendi yansımasını gördü, hırlamaya başladı. Kuyudaki aksi de hırladı. Tavşan fırsatı kaçırmadı:

“Görüyor musunuz efendim, size nasıl da meydan okuyor?”

Aslan büsbütün öfkelendi, gözleri döndü:

“Bir diyarda iki sultan olmaz. Parçalamalıyım onu!” diye mırıldandı; ardından da güm diye kuyuya atladı.

Tavşan neşeyle, yemyeşil çayırda seke oynaya geri dönerek hayvanlara kurtuluşu müjdeledi.

Ey insanoğlu! Sen bu dünya kuyusunun dibine hırsla, açgözlülükle atlamış ve tutsak olmuş mahpus bir aslansın.

Nefsini yen de, tavşan gibi özgür dolaş. Senin tavşan benliğin kırda yiyip içmekte, zevk ve sefa etmekte, sen ise şu dedikodu ve kavga kuyusunun dibindesin.

Mesnevi Hikayeleri

Mevlana Ve Mesnevi Hakkında

Mevlana Celaleddin-i Rumi, 30 Eylül 1207 tarihinde bugün Afganistan sınırları içerisinde bulunan Horasan’ın Belh şehrinde dünyaya geldi. Yaşadığı dönemde Anadolu‘ya Diyarı-ı Rum denildiği için Rumi soyadını, zaman içinde de kendisine duyulan büyük saygının ifadesi olarak efendimiz manasına gelen Mevlana adını almıştır.

Türk – İslam medeniyetinin en önemli isimlerinden biri olan Mevlana, insanları hoşgörüye ve kardeşliğe çağıran ünlü bir tasavvuf alimidir. Mektubat, Fihimafih, Divanı Kebir ve Mesnevi gibi eserleriyle insanlara güzelliği anlatmıştır.

Mevlana bir sevgi ve hoşgörü elçisidir. Hayatı, kişiliği, eserleri, felsefesi binlerce kişiye konu olmuş, binlerce kitap yazılmıştır. Türk-İslam medeniyetinin yetiştirdiği en önemli şahsiyetlerden biri olan Mevlana, dünyanın her yerinde eserleri okunan, derin bir sufi, büyük bir şair ve tasavvuf ehli bir alimdir.

Yazdığı en büyük eser olan Mesnevi sayısız dile çevrilerek dünyanın her yerinde okunmuş ve insanların beğenisini kazanmıştır. “Gel gel yine gel, ne olursan ol yine gel. Yüz kere eğer tövbeni kırsan yine gel” dizeleriyle, insanları dil, din, ırk, mezhep ayrımı gözetmeden, kardeş olmaya, barışa ve hoşgörüye çağıran din bilginidir. 13. yüzyılda yaşamış olmasına rağmen eserleri ve düşünceleri çağları aşan Mevlana merhameti ve karşılıksız olan insan sevgisiyle sadece İslam alemini değil, diğer dinlerdeki insanları da kendine hayran bırakmıştır.

Hazret-i Mevlana’ya büyük sevgiyle bağlı sırdaşı Çelebi Hüsamettin, tasavvufu dervişlere anlatacak bir eser ortaya çıkarmasını tavsiye etti. Hazret-i Mevlana da Mesnevi’nin ilk 18 beyitinin yazılı olduğu kağıdını sarığından çıkarıp Çelebi’ye uzattı. Hazret-i Mevlana, ömrünün son 10-15 yıllık devresinde Mesnevi’yi ortaya çıkardı. O söylüyor, Çelebi Hüsameddin yazıyordu.

Mevlana, dini bilgilerden siyasete, sağlıktan insan ilişkilerine ve hayata dair birçok konuya yer verdiği, 26 bin beyite yaklaşan 6 ciltlik bu önemli eseri için şu ifadeyi kullandı:

“Bizden sonra Mesnevi şeyhlik edecek, arayanlara doğru yolu gösterecek, onları yönetecek ve önderlik yapacaktır.”

Mevlânâ‘nın en büyük eseri Mesnevi’sidir. Eser, aruz ölçüsünün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün kalıbıyla Farsça yazılmış olup 6 cilt, 25618 beyittir. Varlıkta birlik (Vahdet-i Vücûd) anlayışını birtakım kurmaca/hayali veya gerçek olaylardan hareketle anlatmaya çalışan didaktik (öğretici) bir eserdir. Mevlânâ’da hakiki müslümanlık şuuru en yüksek derecesi ile ifade edilmiştir ve bu müslümanlık şeklin değil, mânanın müslümanlığıdır.

Mesnevi’deki en önemli özellik çok derin konuları bile rahat ve anlaşılır bir şekilde anlatmasıdır. Mevlana birçok konuyu ilhamının sesine uyarak içine doğduğu gibi söylemiş ve büyüleyici bir eda yakalamıştır. O, düşüncelerini uzun uzun bir kâğıda döküp sonra üzerinde düzeltme falan yapmamıştır. Bu arada Mevlânâ, basit; fakat düşündürücü ve bilhassa buluş kabiliyetini gösteren deliller getirir, örnekler verir, anlatmak istediği şeyi apaçık bir hâle koyar, hatta gülünç hikayeler bile söylemekten çekinmez. Zaten Divan’ındaki bir gazelinde; “Benim gülünç şeyler söylemem, gülünç şeyler söylemiş olmak, eğlenmek, eğlendirmek için değil; öğretmek, halkı neşelendirip anlatmak istediğimi anlatmak içindir.” der.

Bir cevap yazın