You are currently viewing Hikaye Oku; “Caline”
  • Post comments:0 Yorum

Hikaye Oku; “Caline”

Güneş davetkâr gölgeler düşürecek kadar batıya erişmişti. Bir genç kız, küçük bir tarlanın ortasında, bir tınazın gölgesine uzanmış yatıyordu. Uzun
bir süredir mışıl mışıl uyuyordu, ama birden nereden geldiği belirsiz bir gürültüyle uyandı. Gözlerini açıp bir an bulutsuz göğe baktı. Esnedi, uzun kahverengi kollarıyla bacaklarını uzatarak tembel tembel gerindi. Sonra, siyah saçlarına, kırmızı bluzuna ve çıplak bileklerinin yukarısında kalan mavi pazen etekliğine yapışmış samanlara aldırmaksızın yerinden kalktı. Anne ve babasıyla yaşadıkları ahşap kulübe, uyumakta olduğu yeri çevreleyen çitin hemen ötesindeydi. Kulübenin ardında pamuk ekilen küçük bir tarla vardı. Daha ötede, tepenin yamacında uzanıp giden, Teksas ve Pasifik Demiryolu’nun çelik raylarının parıldadığı upuzun alan dışında her yer sık ağaçlarla kaplıydı.

Caline, gölgeden çıktığında, uzaklarda uzun bir yolcu vagonu katarı gördü, birden durmak zorunda kalmış olmalıydılar. Onu uykusundan uyandırmış olan da trenin apansız durmasıydı; anımsadığı kadarıyla daha önce hiç böyle bir şey olmamıştı; o yüzden, ilk başta, şaşkın şaşkın baktı. Lokomotifte bir arıza olmuş gibi görünüyordu; yolculardan bazıları, vagonlardan inmiş, sorunu öğrenmek için lokomotife doğru gidiyorlardı. Bazıları da, ağır adımlarla, Caline’in yaşlı, yamru yumru bir dut ağacının altında durup bakakaldığı yere, kulübenin oraya doğru geliyordu. Babası da, katırını sıra sıra pamukların bitiminde durdurup sabanına dayanmış, onlara bakmaktaydı.

Gelenler arasında kadınlar da vardı. Bozuk yolda yüksek topuklu çizmeleriyle, etekliklerini işveli bir edayla kaldırarak güçlükle yürüyorlardı. Şemsiyelerini omuzlarında döndürüyor, erkek arkadaşlarının besbelli gülünç sözlerine kahkahayı basıyorlardı.

Caline’le sohbet etmeye kalktılarsa da, Fransız ağzıyla konuşan genç kızın söylediklerinden hiçbir şey anlamadılar.

Adamlardan biri –güzel yüzlü bir delikanlı– cebinden bir eskiz defteri çıkarıp kızın resmini yapmaya başladı. Caline ise, elleri arkasında, iri gözlerini adamdan ayırmaksızın, hiç kımıldamadan duruyordu. Adam daha resmi bitirmeden trenden bir çağrı geldi ve hepsi birden telaşla oraya koşuştu. Lokomotif keskin bir çığlık atarak havaya tembel dumanlar saldı ve çok geçmeden insan yükünü alıp gözden kayboldu. Caline o günden sonra kendini bir daha eskisi gibi hissetmedi. Karşıda her gün hızla gidip gelen vagon katarlarını yepyeni ve tuhaf bir ilgiyle izliyor ve bu insanların nereden gelip nereye gittiklerini merak ediyordu. Annesiyle babası bunu ona söyleyemediler; “loin là bas”dan  gelip “Djieu sait é où”ya  gittiklerini söylemekle yetindiler.

Bunun üzerine, Caline bir gün, demiryolu boyunca kilometrelerce yürüyerek, büyük su deposunun orada kalan yaşlı makasçıyla konuşmaya gitti. Evet, yaşlı makasçı biliyordu. O insanlar kuzeydeki büyük kentlerden geliyor, güneydeki kente gidiyorlardı. Adam kenti avcunun içi gibi biliyordu; muhteşem bir yerdi. Bir ara orada oturmuştu. Şimdi de kız kardeşi orada yaşıyordu; Caline gibi hoş bir kızın yemek ve temizlik işlerinde kendisine yardımcı olmasına, bebeklere bakmasına öyle sevinirdi ki. Kentte Caline’in eline ayda beş dolar gibi bir para geçebilirdi.

Böylece Caline, yeni bir pazen eteklik, pazar ayakkabıları ve yaşlı makasçının kız kardeşine kargacık burgacık bir yazıyla yazıp büyük bir özenle kapattığı bir mektupla kente gitti.

Kadın, yeşil pancurlu, üç ahşap basamakla kaldırıma inilen, sıvalı minik bir evde oturuyordu. Sokak boyunca bu evlerin yüzlercesine rastlamak mümkündü. Evlerin damlarından uzun gemi direkleri yükseliyor, dingin sabahlarda Fransız pazarının uğultusu duyulabiliyordu.

Caline ilk başlarda büyülenmiş gibiydi. Kentin gerçekliği karşısında tüm ön yargılarını gözden geçirmesi gerekti. Makasçının kız kardeşi nazik ve kibar bir iş kadınıydı. Bir iki hafta sonra, genç kızın kenti sevip sevmediğini sordu.

Caline kentten çok hoşlanmıştı; pazar öğleden sonraları çocuklarla kocaman, heybetli şeker ambarlarının orada gezinmek; sonra, sıkıştırılmış pamuk balyalarının üstüne oturup, Mississippi sularında bir gidip bir gelen görkemli buharlı gemileri, zarif tekneleri ve şamatacı küçük römorkörleri seyretmek keyifliydi. Yakışıklı Gaskon kasapların bu Arcadialı 3 güzel kıza iltifatlar yağdırmak, küçük pazar buketleri sunmak ve sepetine avuç avuç lagniappe atmak için birbirleriyle yarıştıkları Fransız pazarına gittiğinde Caline’in içi içine sığmıyordu.

Bir hafta daha geçtikten sonra, kadın Caline’e hâlâ hayatından memnun olup olmadığını bir kez daha sorduğunda, genç kız artık o kadar emin değildi.

Bir süre sonra kadın aynı soruyu bir kez daha sormaya kalkınca, Caline dönüp gitti, büyük, sarı sarnıcın arkasına oturdu ve gözlerden uzak ağlamaya başladı. Çünkü artık biliyordu ki, büyük bir istekle aradığı, büyük kent ve büyük kentin kalabalıkları değil, o gün dut ağacının altında resmini yapan güzel yüzlü delikanlıydı.

Kate Chopin

Kate Chopin Hakkında

Kate Chopin 8 Şubat 1850 yılında Amerika’da doğmuş olan kısa öykü yazarıdır. Amerikan Edebiyatında kısa öyküleriyle büyük önem kazanmıştır. Bütün kadınların cinsel özgürlüğü ve özel hayatı vardır diyerek kendi zamanında feminizmin edebiyattaki en büyük temsilcisi haline gelmiştir. En önemli kısa öyküsü The Storm olarak bilinir.

Kate Chopin’in ilk kısa öyküleri, makale ve çevirileri, 1890’lı yıllarda, gazete ve dergilerde yayımlandı.

Kate Chopin öykülerinde ve romanlarında, bağımsızlık özlemi çeken kadınların erkek egemen dünya ile çatışmalarını, o dönemde pek de hoş görülmeyecek bir açık sözlülükle işliyordu. En çok okunan ve bilinen öyküleri arasında yer alan The Story of an Hour’da, kocasının ölüm haberini alan Louise Mallard’ın yaşamındaki bir saat anlatılır. Kaybından ötürü kedere batması beklenen Louis, umulanın tersine, evlilik boyunduruğundan kurtulduğu için geçici bir ferahlama duygusu yaşar. Kate Chopin’in edebi yetenekleriyle birlikte patriyarkal toplum eleştirisinin değeri, ancak 1970’li yıllarda feminist hareketin yükselişiyle anlaşıldı. Kendi yeteneklerini geliştirmek isteyen, özgürlüğüne düşkün, uyumsuz olmakla birlikte hayatı seven, cinsellikten ve yiyip içmekten haz alan kadın karakterleri, feminist eleştirmenlerce keşfedildi. Modern feminist edebiyatın öncülerinden biri olarak kabul edilen Kate Chopin, 22 Ağustos 1904’te, henüz 54 yaşındayken beyin kanaması nedeniyle hayatını kaybetti.

Aşk Hikayeleri Hakkında

Aşk, kalbin nefes kesercesine hızla atması…  Her saniye yalnızca onu düşünmek… Ellerin titremesi, terlemesi… Bedende kelebeklerin uçuşması hali… Nedensiz yere gülümsemeler ve bazen de ağlama krizleridir…

İnsanın var olması ile birlikte başlar aşkın öyküsü. Gerçeğini yaşamak herkese kısmet olmayan, insan hayatındaki en yüce duygulardan biri olan aşk, kalbe girdiği anda insanın kimyasını değiştiren bir sanattır, var oluş ile yok oluş arasındaki ince bir çizgidir. Ne zaman geleceği hiç belli olmayan, insan hayatının en önemli deneyimidir. Aşk insanda özgürce sevebilme duygusunu uyandırır. Egolardan sıyrılıp karşındakini olduğu gibi kabul etme ve sevebilme sanatıdır.

Aşk hiç düşünmediğiniz zaman kapınızı çalabilir ve sizden izin istemez; kalbinizin bir köşesine oturur.

Dünyanın en büyük aşk hikayelerinin çoğu ilk görüşte başlar; bir de sevgileri zaman içinde çiçeklenenler vardır… Kimi ilişkilerin dinamiği yoğun ve çok güçlü bir sevgi ile şekillenir. Kimi ise birbirini sığınak olarak gören iki kişinin kurduğu sade bir hayatta yeşillenir. Bazı aşklarsa sürekli bir desteği ve cesareti beraberinde getirir. Her biri efsaneleşir ve asla unutulmaz.

Bir cevap yazın