You are currently viewing Anton Çehov Hikayeleri; “Başkalarının Derdi”
  • Post comments:0 Yorum

Anton Çehov Hikayeleri; “Başkalarının Derdi”

Anton Çehov Hikayeleri Oku; Hukuk fakültesini yeni bitiren Kovalev”le genç karısı arabaya binip yola düştüklerinde saat daha sabahın altısı bile olmamıştı. Köye gidiyorlardı. Ömürlerinde hiç erken kalkmamışlardı ve şimdi durgun bir yaz sabahının güzelliği, ancak masallarda karşılaşılabilecek olağanüstü hoş bir şeymiş gibi geliyordu onlara. Yeşillerle bezenmiş, elmas çiğ tanecikleriyle kaplı toprağın göze hoş gelen, mutlu bir görünümü vardı. Güneş ışınları, parlak gölgeler yaparak ormanın koyuluğunda uzanıyor, pırıl pırıl nehirde titreşiyorlardı. Olağanüstü mavi ve berrak havada öyle bir tazelik vardı ki, sanki doğa, banyodan çıkmış da daha bir genç ve sağlıklı olmuştu.

Sonraları kendilerinin de söyledikleri gibi, bu sabah Kovalev’lerin … hayatlarının, en mutlu sabahı olmuştu. Hiç susmadan gevezelik ediyor, şarkı söylüyor, nedensiz yere kahkahalar atıyorlardı. Sonunda çocukluğu öylesine ileri götürdüler ki, arabacıdan bile utandılar. Mutluluk yalnız o anda ‘değil, gelecek yaşantılarında da gülümsüyordu onlara: evlenmeye karar verdikleri günden beri hayal ettikleri çiftliği, küçücük şirin çiftliklerini görmeye gidiyorlardı. Gelecek, ikisine de parlak umutlar vermekteydi. Erkeğe, toprakla uğraşı, bilimsel tarım çalışmaları, el emeğinin karşılığını görmek, kitaplarda okuduğu, dinlediği onca mutluluklar göz kırpıyordu. Kadınınsa işin romantik yanı başını döndürüyordu: yarı karanlık park yollarında kol kola dolaşmalar, oltayla balık avlamak, hoş kokulu geceler…

Gülüp oynarken on sekiz saat yolun nasıl bittiğini fark etmediler bile. Görmeye gittikleri yedinci dereceden Mihaylov’un çiftliği, derenin dik yamacında, genişçe bir kayın ormanının içine gizlenmişti… Koyu yeşilliğin arasından kırmızı bir çatı gözüküyordu. Dere kıyısına, bir baştan bir başa fidanlar dikilmişti. Araba, geçit yerinden karşı yakaya geçerken Kovalev,

—   Görünüm fena değil! dedi. Ev yamaçta. Yamacın dibinde de dere! Bundan iyisi can sağlığı! Ama Veroçka’çığım, merdivende iş yok… Kaba duruşuyla bütün görünümü bozuyor… Burayı alırsak ilk işimiz yeni bir demir merdiven yaptırmak olsun…

Görünüm Veroçka’nın da hoşuna gitmişti. Kahkaha atarak, bütün bedenini, şakayla sağa sola oynatarak merdivenden yukarı tırmanmaya başladı; kocası da peşinden… Soluyarak koruluğa daldılar: Evin yanında karşılarına ilk çıkan, iriyarı, uykulu yüzlü, saçı başı karmakarışık bir köylü oldu. Kapının eşiğinde oturmuş, bir çift çocuk çizmesinin çamurlarını temizliyordu. Kovalev,

—   Bay Mihaylov evde mi? diye sordu. Koş, çiftliği görmeye geldiğimizi haber ver kendisine.

Köylü şaşkın şaşkın gelenlere baktı ve ağır adımlarla yürüdü, eve gideceğine biraz ötedeki mutfağa girdi. Mutfağın pencerelerinden, birbirinden uykulu, şaşkın yüzler uzandı.

—   Alıcılar gelmiş! diye bir ses işitildi. Allahım, sen yardım et bize. Mihaylovo’yu satıyorlar! Bak hele ne de genç

şeyler!

Yapıların arkasında bir köpek havladı, kedinin kuyruğuna basıldığında çıkardığı sesi andıran bir çığlık işitildi. Avludaki huzursuzluk, kısa zamanda, iki yanı ağaçlık yollarda sakin sakin dolaşan tavuklara, kazlara, hindilere de geçti. Uşağa benzeyen kısa boylu bir adam, mutfaktan çıkıp Kovalev’lere bir baktıktan sonra, yolda ceketini giymeye çalışarak eve koştu… Kovalev’lere pek gülünç gelmişti bu telâş. Gülmemek için güç tutuyorlardı kendilerini. Kovalev, karısıyla bakışarak,

—  Ne tuhaf yüzleri var! dedi. Merih’ten gelmişiz gibi bakıyorlar bize.

Bir süre sonra evden ufak tefek, sakalsız, ihtiyar yüzlü, saçları karışık bir adam çıktı. Yırtık, altın işlemeli terliklerini sürüyerek Kovalev’lere yaklaştı, soğuk soğuk gülümsedi, dalgın bakışlarını çağrılmadan gelen konuklara dikti. Kovalev, şapkasını çıkararak,

—  Bay Mihaylov olacaksınız sanırım? dedi. Saygılarımı sunarım… Tarım Bankasının, çiftliğinizin satışa çıkarıldığını bildiren duyurusunu okuduk, bir görelim dedik. Belki alırız… Karımla beni gezdirir misiniz zahmet olmazsa… Mihaylov, bir kere daha soğuk soğuk gülümsedi, kızardı, gözlerini kırpıştırdı/Şaşkınlıktan başını kaşıyıp zaten karışık olan saçlarını daha da karıştırdı. Sakalsız yüzünde öyle bir sıkılganlık ifadesi vardı ki, Kovalev ile Veroçka’sı bakışıp kendilerini tutamadılar, gülümsediler. Mihaylov,

—  Pekâlâ, dedi, emrinizdeyim… Uzaktan mı geliyorsunuz?

—  Konkuvo’dan… Orada yazlıktayız.

—   Yazlıktan mı?.. Hayret!.. Affedersiniz, yataktan yeni kalkmıştık, henüz her yer karmakarışık, bağışlayın.

Mihaylov, soğuk soğuk gülümseyerek ellerini ovuşturdu, konuklarını evin öte yanına götürdü. Kovalev gözlüklerini takıp tarihî değerli yapıtları inceleyen bilgili bir turist tavrıyla çevresine göz gezdirmeye başladı. Önce eski ağır üslupta, armalı, aslanlı, sıvaları yer yer dökülmüş büyük kâgir evi inceledi. Uzun zamandan beri çatısı boyanmamış, camları temizlenmemiş, merdivenlerinin basamakları arasında otlar büyümüştü. Her yanı eski, çok eskiydi. Ama ev yine de hoşuna gitmişti. Her zaman çocuk kalan bir teyze gibi duygulu, alçakgönüllü, cana yakın bir görünümü vardı. Giriş kapısının önünde, içinde iki ördekle bir oyuncak kayığın yüzdüğü bir havuz vardı. Aynı boy ve kalınlıkta kayın ağaçları kuşatıyordu çevresini. Kovalev, güneşten gözlerini kısarak,

—  O! dedi, havuz da var. Bu güzel işte. Alabalık var mı içinde?

—   Var, efendim… Bir zamanlar havuz sazanı bile vardı. İçini temizlemeyi bırakınca hepsi öldü.

Kovalev, bir öğretmen tavrıyla,

—   Yazık, dedi. Havuzu elden geldiğince sık temizlemek gerek. Üstelik dibinden çıkarılan pislik ve yosun, ekinler için pek yararlı bir gübredir. Vera, burayı satın alırsak havuzun içine ayaklar üzerine oturan bir kameriyeyle onu kıyıya bağlayan küçük bir köprü yaptırırız. Böyle bir köprü Prens Afrontov’un köşkünde görmüştüm.

Veroçka, tatlı tatlı soludu:

—  Sabahları içinde çay içmek ne hoş olur…

—  Haklısın… Şu tepesi sivri kule ne? Mihaylov,

—  Konuk odaları.

—  Ha çöktü ha çökecek… Orayı da yıktırmamız gerekecek.

Ansızın bir kadın hıçkırığı işitildi. Kovalev’ler sesin geldiği yana baktılar, tam o sırada pencerelerden birinin kanadı kapandı, kirli camların arkasında ağlamaktan şişmiş bir çift iri göz görünüp kayboldu. Ağladığı için sıkılmış olacak, hemen perdenin arkasına gizlenmişti. Mihaylov, zaten buruşuk yüzünü soğuk gülümsemesiyle daha da buruşturarak,

—   Bahçeyle öteki yapıları da görmek ister misiniz? diye sordu. Gidelim… Gerçekte önemli olan onlardır…

Ahır ve ambarları görmek için yürüdüler. Hukukçu, her ambarı bir bir gezip inceledi, yokladı. Bu işlere yabancı olmadığı belliydi. Çiftliğin kaç dönüm olduğunu, ahırlardaki hayvan sayısını sordu, ormanların kesilmesine engel olmadığı için Çar’ı yerdi, bunca gübreyi kullanmadığı için Mihaylov’a çıkıştı… Konuşurken arada bir de Veroçka’sına bakıyordu. Öteki, tutku dolu bakışlarını kocasının yüzünden ayırmıyor, içinden, “Ne zekisin, sevgilim!” diye geçiriyordu. Ahırları dolaşırlarken biraz önceki hıçkırığı yine duydular. Veroçka,

—  Bir dakika, dedi, orada kim ağlıyor?

Mihaylov, ‘Boşver’ der gibi elini salladı, öte yana döndü. Hıçkırıklar çoğalınca Veroçka,

—   Çok tuhaf, diye mırıldandı. Birini dövüyorlar, kesiyorlar sanki. Mihaylov,

—  Karım… dedi. Allah yardımcısı olsun.

—  Niçin ağlıyor?

—   Zayıf yaratılışlı bir kadındır. Doğup büyüdüğü yuvasının satılmak üzere olduğunu görmek dokunuyor ona.

Veroçka,

—  Madem istemiyor niçin satıyorsunuz siz de?

—  Ben satmıyorum ki, bayanım, banka…

—   Sattırmayın, niçin engel olmuyorsunuz satmalarına? Mihaylov, şaşkınlıkla Veroçka’nın yüzüne baktı, omuz silkti.

—   Faizleri ödeyemiyoruz, dedi. Her yıl iki bin ruble! Nerede bulalım bu parayı? İster istemez susuyoruz. Kadınlar böyle şeylere dayanamıyorlar. Yuvasını, çocuklarını, beni bu durumda görmek üzüyor onu… Hizmetçi takımından da utanıyor ayrıca… Havuzun başında konuşurken şunu yıktırmak, buraya şöyle bir şey yaptırmak gerekecek diyordunuz. Bıçak gibi saplanmıştır yüreğine sözleriniz…

Dönüşte evin yanından geçerlerken Bayan Kovaleva, pencerede, saçları dibinden kazınmış bir lise öğrencisiyle iki kız çocuğu gördü. Mihaylov’un çocuklarıydı bunlar. Alıcılara bakarak acaba ne düşünüyorlardı? Kafalarından geçenleri Veroçka anlıyordu…

Kente gitmek için arabaya bindiklerinde taze sabah da, şirin çiftlik hayalleri de tüm çekiciliklerini kaybetmişlerdi. Kocasına dönerek,

—   Çok acı bir durum! dedi. İki bin rubleyi verip onları kurtarsak daha iyi ederdik gibime geliyor! Satılmazdı zavallıların çiftliği, yuvalarından olmazlardı. Kovalev, gülümsedi.

—   Ne de akıllısın ya, yavrum! Ben de acıyorum, ama suç onların. Çiftliklerini ipotek ettirmelerini kim söyledi onlara? Niçin hiç ilgilenmediler topraklarıyla? Acımaman gerek böylelerine! Bu toprağı kafalarıyla işleselerdi, bilimsel tarım yapsalardı… hayvancılığa, şuna buna hakkını verselerdi, pekâlâ yaşayabilirlerdi burada… Allah’ın tembelleri, yemiş, içmiş, yatmışlar… Muhakkak sarhoşun, kumarbazın biridir. Suratını görmedin mi? Karısının da giyime, kuşama, süse müse düşkün şıllığın biri olduğuna kalıbımı basarım. Bilirim böylelerini!

—  Nerden bilirmişsin bakalım?

—   Bilirim işte! Faizi ödeyemiyormuş beyefendi. İki bin rubleyi böyle bir çiftlikten nasıl çıkaramaz insan! Bilimsel bir tarımcılık yapsaydı… toprağı gübrelese, hayvancılığa hakkını verseydi… iklim koşullarını, ekonomik durumu iyi hesap etseydi bu parayı bir dönümden bile çıkarması işten değildi!

Yol boyunca hep konuştu Kovalev. Karısı dinliyor, her söylediğinin doğru olduğuna bütün kalbiyle inanıyordu. Ama sabahki neşesini bir türlü bulamadı. Mihaylov’un soğuk gülümsemesiyle pencerede bir an görünüp kaybolan ağlamaktan şişmiş bir çift iri göz aklından çıkmıyordu.

Birkaç gidip gelmeden sonra kocası onun drahomasıyla Mihaylova çiftliğini satın alınca üzüntüsü bir kat daha arttı… Mihaylov’un ailesiyle birlikte arabaya binip bunca yıl yaşadıkları yuvalarını ağlayarak bırakıp gidişlerini görür gibi oluyordu hep. Hüznü ve insanî yanı derinleştikçe gözünde kocası değerini yitiriyordu: Kendine aşırı bir güvenle akla yatkın tarımdan söz ediyor, sürüyle kitap ve dergi getirtiyor, Mihaylov’un işbilmezliğiyle alay ediyordu. Tarımcılık üzerine konuşmaları, sonunda düşüncesiz, sıkılmak bilmez bir övünme alışkanlığı olup çıktı…

—   Göreceksin! diyordu, Mihaylov değilim ben, bu işin nasıl yapılacağını herkese göstereceğim! Göreceksin!

Kovalev’ler, Mihaylov’lardan boşalan çiftliğe geldiklerinde Veroçka’nın gözüne ilk çarpan şunlar oldu: Çocuk eliyle yazıldığı belli ders notları, başı kopmuş bir oyuncak bebek, yerdeki ekmek kırıntılarını gagalayan bir arı kuşu ve duvarda tebeşirle ‘Pis Nataşa’ yazısı… Başkalarının derdini unutabilmek için çok şeyi boyamak, değiştirmek ya da kırmak gerekecekti… 1886

Anton Çehov

Anton Çehov Hakkında Kısa Bilgi

Rus tiyatro yazarı ve modern kısa öykülerin kurucularından olan Anton Çehov, ince ayrıntılara dayanan kısa hikâye türünün en büyük yazarlarındandır.

Anton Çehov, 1860’ta Rusya’da doğdu. Çocukluk yıllarında tiyatroya ilgi duyan Çehov, tıp eğitimi görürken dergi ve gazetelerde öyküleri yayınlanmaya başladı. ‘Cerrahlık’, ‘Cansız Ceset’, ‘Kaçak’ gibi öykülerini üniversiteyi bitirdiği yıllarda yazdı. Yazarlığında hekimliğinin izleri görülen Çehov, pek çok kişiye göre Çarlık Rusyası’nı bir doktorun hastalık teşhisi gibi gözlemledi. Vodvilleriyle ünü yakalayan Çehov, öykülerinde mutsuz çocukların otobiyografilerine yer verdi. Zor koşullar altında geçen çocukluk yılları hep hüzünlü, incinmiş çocukları anlatmasına neden oldu.

Öykü ve anlatılarıyla dünya edebiyatında özgün bir yere sahip olan Çehov, 1894 yılında vereme yakalandı. 15 Temmuz 1904 yılında 44 yaşında Almanya’da hayatını kaybetti. Ölümünden 40 yıl sonra eserlerinin tamamı 20 ciltlik bir seri halinde yayımlandı. Günümüzde hala tiyatro oyunları, çeşitli sahnelerde yorumlanıyor.

Bir cevap yazın